12 Eylül 2007

tatiller biter mi?

Her dönüş aslında, yeni bir başlangıç olur hayatımda...Yeni kararlar alır, yeni tohumlar ekerim içime..Yeni umutlar büyütür,yollarda hayaller kurarım...

Benim tatilim Bodrumaydı. Oraya ait hiçbirşey anlatamam açıkçası... Hepimiz biraz bildiğimiz için Bodrum’u... Benim tatilim denize, doğaya ve kendi içimeydi daha çok... Yolculuk başladığı andan itibaren, bavuluma koyduğum her şeyin ne kadar çok ve ne kadar ihtiyacım olabilirlerle dolu olduğunu gördüm önce... Çanta sürükleniyor ama kalmak istiyordu adeta direnen eşşek gibi.. ”Tamam” dedim, “napalım gelin sizde... Belli ki kullanmayacağım bir sürü mini mini tshirt, elbise, etek koydum bavula ama güvende hissedeceğim kendimi..e gelin bari”... Aynı kafamda taşıdıklarım gibiydi bavulumda...Bazen ben sürükledim.. Bazen Güçlü... Bazen o taşısın istedim, bazen ben aldım yükümü.... Bodrum’a vardığımızda çıkacağımız yokuş ve evin yüksek tepesindeki merdivenlerinde ben yüklendim bavulumu ve kafamdakileri...O zaman dank etti..Ne çok şey taşıyormuşum gerekli gereksiz....

Ve manzara...Eve vardığımızda taş terastan görünen deniz manzarası ve yüzüme esen ılık rüzgar biraz sakinleştirdi beni... Bir süre dinlenmem gerekti...Yolun bir yerinde kalmıştım belkide... Belki de henüz varamamıştım hala... Yavaş geliyordu ruhum geriden geriden.. Yoldaki yalnız ağaca takıldım bazen, bazen meyve tezgahında oturan yaşlı amcanın dinginliğine, hızlı gecen manzaradan daha hızlıydı bazen de.. Ruhumu, bedenimi uyutarak bekleyebilirdim.. Ayrıca uyku bu yeni enerjiye adapte olmam için iyi bir yoldu...

Ve deniz...O kadar çok özlemişim ki denizi... Balık gibiydim..Gir çık, doya doya yüz..Balıklama atla... Kulaç at... takla at... Sırt üstü uzan, suyu dinle.. En çok sahilde oturup, denize ve uzaklara dalmayı sevdim bu tatilde.. Kitabımdan cümleler geçti, onlar kalbimde yer etti ve ben gülümseyerek baktım uzaklara, yelkenlilere, çocuk seslerine karıştı düşüncelerim... 5 kitap bitirdim.. Hepsi birbirinden geçerek, koca bir kitap okumuş gibiyim aslında...Kitapların seçimi o kadar yerindeydi ki, cümleler içimde bir sürü şeyi sardı sarmaladı, cevapladı, sakinleştirdi. Tatile çıkmadan önce gittiğim kitapçıda onlar mı beni seçti, ben mi onları diye düşündürdü sıkça..

Sonra öğle uykularım tam bir seromoni gibiydi.. Uykuyu özlemişim..Tembel uykularını.... Ama öyle güzel bedenim uyku sinyali verdi ki her öğlen....İçim uçuşarak yatakta buldum kendimi... O zor uyuyan ben, baktım her gün teslim oluyorum beyaz çarsaflara ve uykuya bir anda... Cırcır böcekleri eşlik etti bana.... Uyuuu uyuuu,teslim ol, cırrr cırrr diye bağıra bağıra...

Kemiklerim güneş ile ısınmış, dinlenmiş –aklından hiç birşey geçmeden uyanan ben, akşam çayımı içmek üzere Yalıkavak koyunun manzarasını seyrettim taş sedirde her akşam üstü... Doğa harikaydı.. Onu unutmak insanı fazlaca mutsuz ediyormuş.. Sincapları kovalayan kedileri seyrettim uzun uzun, kertenkelenin tırmanışının inceliklerini, cırcır böceklerinin akepellasını dinledim.. Bir çiçeğin kökünün taş verandada çatlaklar yaratabilecek kadar güçlü olduğuna şahit oldum... Doğanın cam güzeli ile – kaktüsün birbirinden farklı kılmadan yaşattığına.. Yargılamadan- olduğu gibi...Ve aslında o kaktüsün de, cam güzellerinin de olması gerektiğine ve o dengenin böyle sağlandığına ..Sesler renkler hepsi olması gerektiği gibiydi.. Hiçbirisi birbirini susturmadan, birbirine müdahale etmeden....İntikam yoktu içlerinde, hırs yoktu, rekabet hiç yoktu.. Ego yoktu.. Sadece varlardı.. Sokak köpekleri gördüm mutlu sonra...Kediler vardı bir de... Daha hızlı koşabilmek için hepsinin bacakları uzun, daha net tehlikeyi duyabilmek için kulakları büyüktü belki de.. Benim şişko kedim gibi değillerdi hiçbiri...Balıklar vardı denizde, gelip dizinizi omzunuzu ısıran... Kızmadım onlara...Onlar öyle seviyor olmalılar diye düşündüm içimden...

Sonra yediğim herşeyin tadı başkaydı.. Üzümler bu kadar mı büyük ve lezzetli olabilir..Ya da biliyor musunuz domates kokuyormuş hala... Pazarda bin bir meyve kokusunun içinde aradığınızı bulabilirsiniz..Öyle bir aroma vardı ki havada... Üzüm tezgahında bunlar gerçek gibi durmuyor diyerek yediğim birkaç üzümü gören satıcı “ helal olsun ablaa” diyince, özür diledim.. Öyle kaptırmışım kendimi.. Bir, iki üç “ hmm şahane”... Bunun üstüne o üzümleri almak zorunda kaldık tabi torba torba..

Bir de Gümüşlük var tabi anlatılması gereken... Bodrum’un en sevdiğim minik koyu Gümüşlük...Hiç bozulmayan, hep minik ve naif kalan, büyüyen beldeye inat... Orayı seviyorum.. Kayıkların yanı başınızda durduğu çay bahçesini, tepede duran mutevazi kilisesini, tavşan adasının esrarengizliğini ve tabi yüksek tavanlı taş evlerini... Huzurlu geliyor bana..Ömrümü o taş evlerin birinde resim yapıp, kitap okuyarak geçirebilirim gibi geliyor bana... Sırf bu dileğim yüzünden, batıl inançlarımı geliştiriyorum evrene dilek tohumu ekmenin ve istemenin yanı sıra... Tamam itiraf ediyorum, o güzel taş evin duvarına minicik sakızımı yapıştırdım.. Orda yaşama isteğimi dilek taşı gibi yapıştırdım duvarına işte... İçimden öyle geldim ve yaptım.. Fatih’e rica ettiğim sesli dileğim gibi, yakında uzak diyarlara gidenlerden 3 kere kendi etrafınızda dönün benim için sonrada bunu bunu diyin-üç kez zıplayın dersem, durdurun beni olur mu?...

Ve tatilin hüzün ve neşeyle karışık zamanı... Dönmek... Bu ikilemi çözmüş değilim..Hem gitmek istemek bildiğin yaşadığın yere –hem de kalmak istemek o güzelliklerin içinde...İki mekanın bir arada olamaması ne kadar zorluyor gidiş günü insanı...Yönünü geldiğin tarafa doğru çevirip, yol almaya başlayınca mekan kavramı ortadan kayboluyor...Gitmek veya kalmak arasında sadece kendinizin farkına varıyorsunuz.. Gitmek ve Kalmak sadece bir eylem olarak var oluyor..Aslında dönüş denen şeyi de biz yaratıyoruz... Doğamız gereği biz yaşattığımız herşeyi taşıyoruz her yere aslında... Özlediğim evimin konforunu, yatağımı, gördüğüm deniz manzarasındaki kendimi, arkadaşlarımı, sevdiklerimi, anılarımı, ailemi.... Hepsini içimde taşıyorum aslında...Bıraktığım sadece gitmesi gerekenler oluyor.. Zaman hep doğru işliyor yer ve mekan tanımaksızın.. .Doğa gibi insan ruhu da kendini kandırmaya, direnmeye, hissettiklerine, olmasını istediklerine karşı hiçbir sınır tanımıyor.. Zaman hep doğru işliyor içimizde de... İnsan içine yaptığı yolculuklarda çokça bunu fark ediyor bir daha bir daha...
...
..
Brajeshwari

1 yorum:

Brajeshwari dedi ki...

Nilambara said...
Sevgili Brajeshwari, bedenin dönse de ara verdiğin ve Bodrum'da tekrar başladığın iç yolculuğun hala devam ediyor gibi, umarım durmadan mola vermeden daha da devam eder ;)
bu seyahati de çok sevdim ve kendimi çok şanslı hissediyorum, hepinizin sayesinde herbiri birbirinden farklı dolu dolu pekçok gezim oldu bu sene... daha sırada Indrani ve Berrin var onlarla yapacağım turdan sonra sıra kendi turuma gelecek ve hiçbirşey yapmayıp sizlerle yaptığım turları içime sindireceğim :)
galiba en çok da senin gibi içime, derinlere gideceğim yeni ufuklar keşfetmeye...

22 Ağustos 2007 Çarşamba 09:02


berrin said...
burcucum
yolculuklar hiç bitmesin..
inşallah istediğin taş ev senin olur
nilambara
ilhamın gelmesini bekliyorum:)
tatil konusunda yazmak için

22 Ağustos 2007 Çarşamba 09:06


beto said...
Burcucuğum bir tatil ancak bu kadar
güzel anlatılabilir


Beto

22 Ağustos 2007 Çarşamba 10:22


EFLA said...
Canım hoşgeldin...Ne doldun ne boşalttın bilemiyorum zaten fark etmiyor benim için.Ama burada olmandan dolayı ben huzur doldum. Seni çok özlemişim...

22 Ağustos 2007 Çarşamba 12:28


Fatih Mika said...
Sevgili Burcu,
"3 kere kendi etrafınızda dönün benim için sonrada bunu bunu diyin-üç kez zıplayın " diyorsun. Dedigini yapariz da sonra tatile giderken bizi bir daha yanlarinda gotururler mi? Bilemem

22 Ağustos 2007 Çarşamba 17:52


Burcu / Brajeshwari said...
Sevgili Fatih
guluyorum..Seni 3 kere ziplarken dusundum ve etrafinda donerken.... tabii sesli dilegimi ne kadar sesli gerceklestirdiginde ortaya cikti boylece...icinden icinden soyledin degil mi...Sirf yanindakiler bu adam napiyor demesinler diye...Diyorum bende neden tum yil Ankarada kaliyorum boyle dilekler dagitmisken etrafa...

22 Ağustos 2007 Çarşamba 20:56