20 Ekim 2007

Aynaya bakarak....


Aynaya bakarak taklit ediyorum o anı... Gözbebeklerim büyüyor önce..” inanmiyorum.. gerçekten mi” diye soruyorum birkaç kez kendi kendime.. Kocaman oluyor gözlerim.. Aklım hala almıyor “nasıl” olduğuna.. Sonra ellerimle açık kalan ağzımı kapatıyor, şaşkınlığımı gizliyorum kendime. ” Aaa bak ya” diye diye... Kalbim daha hızlı atmaya başlıyor.. Gözlerim doluyor bir anda mutluluktan.. Elimi kolumu koyacak yer bulamıyorum..”Biraz oturayım bunu hazmedemeyeceğim böyle diyorum.” Gülümseyerek “ bak ya Tanrı’nın işine “ diyorum hala yarı inanır –yarı kandırılmışım gibi.. Gülümsüyorum.. İçimdeki herşey akıp gitmiş gibi.. Koca bir boşluk, bir anda büyük bir mutlulukla dolmuş gibi.. Gözlerim dolarak gülümsüyorum.. Deli gibiyim... İçim dolu dolu oluyor böyle.. Mutlu mutlu...Çok ağlamak istiyorum sonra.. Bu kez de mutluluğa ağlamak..”Şans mı –kader mi” diyorum..Tüm evren çok güzel geliyor ve ben herkesi kucaklamak istiyorum o anda... İçim içime sığmıyor.. En yüksek dağı aşabilecek, en derin kuyuya korkusuzca girebilecek kadar cesur hissediyorum kendimi... Mutluyum çünkü... Evren beni hediyelendirmiş... Sefasını sürüyorum bir gözlerimi silerek, bir gülerek, birden güçle doluyor içim.... İnancım artıyor mucizelere bir daha ... Teşekkür ediyorum...

Kimlere haber versem.. Nasıl versem diye düşünüyorum... Nasıl muzurluk yapsam... Sevinirler mi benim kadar... Haberi verdiğim andan sonra, sessiz kalıp onları dinleyeceğim geliyor aklıma.. Ne derler ki? Kalpleri benimle bir atar mı ki o anda... Annemin gözleri dolar.. Hisseder miyim ki... Babam gururlanır kesin tok tok konuşur... Ablam benden daha sağlamcıdır.. Kafası karışır.. Güçlü kalakalır yeşil gözlerini kocaman açıp sanki.. Selma, kocaman gülümser, içi sevinir biliyorum... Sonra siz varsınız haber verilecek.. Aklıma geliyor.. Tüm bunlar aklıma geliyor..Aynanın başındayim..

Bilkent üniversitesinde hazırlıkta okuyordum.Yeni yetme üretkenliğim hazırlıkta ingilizce okuyarak ölüyordu.Okulu sevmiyordum. Çünkü Hacettepe Güzel Sanatları kazanmak için 4 arkadaş iki yıl boyunca Muharrem Pire’nin atölyesinde ders almıştık. Beraber herşeyi yapıyor,beraber hayaller kuruyorduk. Öyle öz güvenliydik ki, hiç ayrılmayacağız sandık..2 kişi sınavı alabildi.Onlardan biri değildim.. Bilkent Üniversitesi Grafik Tasarım bölümüne girdiğimde hala tatmin olamamış ve mutsuzdum. Üzerine çiçeklerini kendi çizip boyadığım hippi kot pantolonumla , yeni yetme teyze görünümlü topuklu kızların arasında şaşkın kalmıştım. Ellerimde çıkmamış boyalar vardı,ojeler yerine... Arkadaşlarımı ve gerçekleştiremediğim hayallerimi özlüyordum.. Bir derste, çocuğun birinin kaş- göz oynatıp, elinde arabasının anahtarını sallayarak bana kur yaptığını algıladığım an, tekrar denemeye karar verdim.Tüm motivasyonum bu oldu..O yaz evde karşıma aynayı koyup, desen çizdim durmaksızın.. Ailem benim hayal kırıklığımın farkındaydı. Ama onlara hiçbirşey söylemeden, tatilden Ankara’ya dönüp gizlice sınava girdim. Sonra sınava girdiğimi unuttum..Ya olmazsa... Ayrıca önümde hazırlık atlama sınavım vardı halledilmesi gereken.. Güzel sanatlar sınav sonuçları açıklandığı günü tamamen unutarak yaşadım. Kursa beraber gittiğim yakın arkadaşlarımdan birinin telefonu ile o gün sonuçların açıklandığını öğrendim. “Gel de bak nereyi kazanmışsın” dedi sadece.. Heyecanlanamadım.. Heykel bölümünü kazanmışsam gidebilir miydim ki Hacettepe’ye diye düşündüm... Nereyi kazanmıştım ki.. Korkuyordum.. Bir kez o listede adımı görememenin verdiği umutsuzluğu tatmıştım çünkü..

Servise atlayıp, Üniversitenin yolunu tuttum..Bu okulu, taze hayallerimi ve onlara sahip olabilecek miyim diye çok düşündüm yol boyu.. Listeler rektörlük binasında asılıydı.Rektörlük binasına gitmeyi olağanca geciktirdim.. Bir çay aldım, sevdiğim bahçeye bakan bir bankta oturmaya başladım.. Etrafta sınavı kazanan mutlu yüzlerin yanında, kazanamayan çaresiz bakışları inceledim uzun uzun.. Hangisiydim.. Artık mesai saati son bulup, etrafta kimseler kalmadığı bir zaman diliminde listenin olduğu binaya doğru ilerledim.. Listelerde toplam 80 kişi vardı.. Her bölüm için 20 kişi almışlardı.. Derin bir nefes alıp, kendimi aramaya başladım.. Izdırabımı daha çok arttırmak için, Heykel bölümünden başladım parmakla aramaya.... Yoktum o listede.. Listede olmama hissini bildiğim için, bir yıl önceki aynı sızıyı hissettim içimde.. Arkadaşım dalga mı geçmişti dedim içimden.. Sonra hızlıca her isme bakıp, titreyerek merdivenlerden servis yolunu tuttum.. Dayanamayacaktım.. Elim ayağım durmuyordu.. Servislerin olduğu durağa vardığımda ne düşündüğümü hatırlamıyorum. İçimde ne ile savaştığımı ya da..Zaman durmuş..Kalbim atıyordu sadece, korkuyla, heyecanla, ümitsizlikle.. Üzerime çullanarak, bana sarılan bir beden beni kendime getirdi.. ”Kazanmışsın işteee...baktın mııı” diye bağırarak sarılan... “Bakmadım neyi kazanmışım” diye sordum artık çaresizce... Açlıktan dilenen biri gibi yardım istiyordum aslında.. Bakamadım...”Söyle n’olur..söyle hangi bölümü” Gözlerim dolarak soruyordum.”söylee”..

O an aynı tanımladığım mutluluğu dalga dalga içimde hissettim .. Ağlamakla karışık gülmek, inanamamak, yığılıp kalacak gibi olmak, kalp çarpıntısıyla binlerce teşekkür etmek evrene ve herşeye..Yeni hayaller kurmak, eskilerini de içine gerçekten katarak... Eve gitmek tüm toefl kitaplarını yırtarak kurtuldum sizden diye haykırmak... Bin bir düşünce... Sonra Annemin ağlayan sesi, Babamın tıkanışı telefonda, Ablamın hala sakladığım duygulu mesajı..

Böyle bir heyecan az mı yaşanıyor artık bilmiyorum.En son Selma’nın hamilelik haberine duygulandım böyle.. Ağlamakla karışık gülmek.. Mutluluk hissetmek duygulana duygulana.. Biri “ ne oldu biliyor musun? -bir haberim var sana ” dediğinde içim korkuyor..”Kötü haber değil değil mi ” oluyor ilk tepkim... Ben mi suprizlere tıkadım hayatımı..Yoksa sizde böyle misiniz benim gibi.. Hayat korkutuyor mu hep kötü haberler duyar olduğumuzdan yoksa.. Uzun zamandır böyle bir mutlu suprizin hayalini kuruyorum ben işte. Ne olacağını bilmiyorum. O haberin ne olacağını gerçekten bilmiyorum.. Supriz melekleri bu akşam bir de beni yazılı duysunlar diye yazıyorum.. Meleklerim, beni görseniz aynadaki taklidimde çok başarılıyım.. Hazırım yani.. Geçen gün dişlerimi fırçalarken taklide o kadar kendimi kaptırmışım ki, içim böyle mutlu mutlu, gözlerim dolarak gittim yatağıma..

Hayat gerçekten suprizlerle dolu... Bende çağırıyorum işte... Kafamda boş boş yaptığım hesapları al aşağı etsinler her defasında... Ben hazır aynada taklitlerle ve gerçekten inanarak suprizin yerini yaparken, ve hatta Aynadaki taklidimle Oscar’ı bile alabilecekken... Çağırıyorum.. Sonra bu taklit ile sevinecek bir sürü şey buluyorum gözlerimi dolduran.. Hayal edebiliyorum ya hiç olmazsa...bu bile yeter diyorum sonra.. Ve gönülden teşekkür ediyorum her güne ve yaşadığım suprizlere...

Hayat~;

Suprizlerini eksik etme bizlerden..
Onların farkında olmak yüceliğini bilelim hep.
Bak sonuna kadar açtım kapılarımı ...
Taklitte yapmayacağım söz..
Sadece beni şaşırt her defasında..
Böyle mutluluktan dola dola taşayım...
Belki Teşekkürüm az kalacak her defasında ..
Çünkü denk gelmeyecek içimde ki o kocaman mutluğuma..
Ama inan, O kadar sahici olacak ki o mutluluk
Hiç üzülmeyeceğim Oscar’ı almadığıma...

17 Ekim 2007

İçimdeki yol

Bu yazı,Genç Gelişim Dergisi Aralık 2007 sayısında yayınlanmıştır.
*
Devir liderleri izleme devri değil, devir insanın kendini takip etme devri”... Bu sözün içinde bin bir anlam buluyorum her seferinde..Ve kendi içimde de yollara sapıyorum ne zaman düşse aklıma bu söz.. o yollar ki, daha önce hiç gör(e)mediğim, bil(e)mediğim, hiç keşfetmediğim..

Yollar dışarıda değilmiş, ya da yönler.. Kitaplar okumuşum, hayat hocaları edinmişim, kişisel gelişim çalışmalarına katılmışım... Her birini kendi keşfimde, aracı etmişim kendime...Ama aracıyla ben arasındaki gerçek bağı unutup gitmişim o ara.. Kendimi...

Dinle demiş, dinle ve öğren kendim kendime... Ama içim ne diyor duymamışım. Kalabalık, bir uğultu ve kargaşa doğmuş sonra dışarıda benden.. Okunacak kitaplarım başucumda birikmiş.. Uygulayacağım kişisel gelişim metodlarını yapamadığım zamanlarda, kendimden ve kişisel gelişimimden geri düşmüş hissetmişim. Ve ben, beni dinlemezken, başka aracılarla dinlemeyi bir tutmuşum sonra kendimi kendi dışımda-dışarıda...

Ve içimdeki ses susmuş mu? Küsmüş mü bana?.. Kimbilir.. O kadar çok sesin arasında duy(a)mamışım onu.. Her sessizlikte mırıldanırken belki de bana.. İlahi bir mırıldanmaymış halbuki duyamadığım.. Ney’in sesi gibi.. Duru ve berrak.. Mütevazı ve sevgi dolu.... Sesler karışmış birbirine.. O hep asaletini korumuş yerinde... Sevgide kalmış... Bağırmamış, beklemiş ben duyana kadar beni... Sevgiyi bulana kadar ben içimde..

An’ı yaşamanın, ya da an'daki farkındalığın, geçip giden-akan birşey olduğunu unutmuşum. An’da bana verilen dersler, öğretileri sorgularken bir sonraki anı kaçırmışım çoğu zaman..Ve akışıma müdahale etmişim.. O müdahalede “bunu gördüm kendimde“ diyerek bulduğum şeyleri, aynı çocuğun eline aldığı şeyi binbir parçaya bölerek algılamaya çalıştığı gibi didik didik etmişim.. Elimde binbir parça kalmış sonra, atılamaz, satılamaz, bin bir parça-her biri kendi içinde parça parça ..

Ve ne doğruymuş, kime göre doğruymuş gibi sorular başlamış kafamda... Öğretici olarak seçtiğim kitaplar –metodlar bana anlatmışta anlatmış... Peki sonunda hissettiğim doğru mu sağlamamı yap(a)mamışım, bir daha karışmışım... Kimse bil(e)memiş doğru olanı... Ne içim ne dışım.. Ben bile kendi içimde doğruyla yanlışı ayırt edemediğim noktalarda bulmuşum kendimi –içimden-merkezimden-özümden çok uzaklarda..

Ve aynalar... Aynalar beni göstermiş - ben ise gördüğümü gördüğüm olarak algılamışım.. Ne kadar güzel –ne kadar kötü derken, gördüğüm yansımamla – kendimi ayrı tutmuşum... Sanmışım ki aynalarda gördüğüm değiştirilebilir yada onlar benden başka...Sanmışım işte... Aynaya bakan benim, değişimimin; tüm yansıyanda değişeceğini bilememişim... Güzel de –kötü de olanın ben olduğunu, bende var olan olduğunu sonra...İkisinin de insani olduğunu... Hayata dair olduğunu...

Savaştığım şeylerin, aslında ben savaştıkça yok olacağını sanmış kahraman yüreğim... Savaştığım şeylerin ben(im) olduğunu –benden olduğunu ve ne kadar savaşırsam o kadar büyüyeceğini –devleştirdikten sonra anlamışım...O devleşen her şey ile yürekli bir konuşma yapmışım sonra... ”Sizde bendensiniz... Barışalım mı ” diye... Bu konuşma, savaştıklarım neyse büyümesinler artik diye değilmiş kurnazca.. Onları da sevdiğimden barışmak istemişim.. Benden oldukları için...Çünkü savaşanın da-savaştıranın da ve aracı olanında ben olduğunu anlamışım...

Yormuşum kendimi.... Bir ağacın kendi doğasındaki sukunetini isterken hayatta sadece...Yeşil ağaç hani, sokakta –köşe başında her gün gördüğünüz.. Bazen fark edemediğimiz.. Rüzgarda savrulan, yağmurda umarsız.. İsyanı da, mutluluğu da bir olan o büyük gövdeli ağaç.. Hayattan, sadece o köşe başı ağacının sukunetini isterken yorulmuşum... Didik didik etmiş ve çok şey yapmaya çalışırken yormuşum hayatı da... Hayatın aktığını unuturken, kendimi suyun üstünde debelenirken bulmuşum.. Su hiçbir şey yapmadan, kaldırırken beni yukarı oysa...

“Dışarda hiçbirşey yok” derdi meditasyon hocam... Nilambara’nın da aklımdan hiç çıkmayan bir cümlesi geliyor, her gün hatırladığım ilaç olan bana .. ”Sevgiyle-içinden gelerek yaptığın herşey doğrudur”..

Yol nerdedir peki..Dışarıda mı içeride mi?

Yolu bulmak için adım atmak gerekiyormuş, her adımda içinizde gideceğiniz yollar beliriveriyor aniden..Buna da hayat deniyor işte...Hayat dışarıda değil , içeride... Bilmece varsa o da biziz, cevaplarda bizde... içimizde...

Ve o ağaç akışa bırakır kendini.. İsyanı da doğaldır, mutluğu da... Güneş mi açmış, güneşi özümser yapraklarında.. Kar mı yağıyor, beyaza bürünür.. Ve teslim olur doğaya,.. Savrulurken direnmez dalları rüzgarda.. Üstüne konan kuşları kovalamaz "çekilin üstümden, huzur verin" diye... Ayırt etmez böcekleri,kuşları... Hepsini sever açar kollarını... Gövdesine çizik atar birileri, belki acıtırlar canını.... Bilir ki kabuk bağlayıp, yenilenir gövdesi yine....

ve o ağaç bir tanedir-eşsizdir
ama doğanında ta kendisidir
bir yolun köşesinde de olsa
ormanından çok uzaklarda...