21 Ocak 2008

Artık Tane tane yaşıyorum

(Çocukluğuma ve büyümeye çok takıldığımı düşünüyorum yazılarımda.. Açıkcası Tofuya yazmaya başlayalı beri bunun farkındayım... Sanırım o saf ve naif dünya algısını özlediğimden hep... Ya da içimdeki çocuk yazdırıyor hep bunları ondan.. aslında yıllara göre büyürken yada olgunlaşırken, katılaşıp sevdiğim o acemi algımı kaybedeceğimden korkuyor içim belki de.... bilmiyorum)

Zamanin elinde büyük, kendi evrenimde küçük bir kız çocuğuyum.. Hala çocuğum.. Büyümüş olduğunu sık tekrar edenler, çabuk yaşlanırmiş bence... Çünkü onlar çocukluğunu unutmak istermiş belki de.. Ya da kaybetmişlerdir belki de çocuksu ruhlarını... Büyümek –büyük olmak / büyük büyük yükler/ büyük büyük anlamlar katarmış büyümeye.. Bense acemi cesaretiyle küçük bir çocuk algısında olmak istermişim hep başardıklarımda... Oyun gibi, işin kurallarından çok, yeniden keşfederek becermek istermişim herşeyi... Her yaptığımda dünyadan kopup, bir oyun farkındalığı... Oyun ve oyun araçları, bazen oyuncaklar kırmızılı, yeşilli morlu, bazen girinti ve çıkıntılı...

Zamanın elinde büyüdükçe, zaman hainleştikçe ve ben büyüdükçe... Zaman çevreledikçe beni, zamanın getirileri beni büyüttükçe bazen isyan eder, bazen de zaman algısını değiştirebilirmişim...

Zamanın hain olduğunu düşündüğümde kızdığım şeyler olurmuş, yitirip bitiremediğim... düşünmek istemeyip, affedemediğim... içimde tuttuğum, tuttuğumu da biriktirdiğim..... ve hepsini düzeltebilmek için elimde olan az zaman dilimim... Zamanın hain olduğunu düşündüğümde; herşey birikir, zaman daralır, oyun ertelenir, ben gerçek dünyada küçülürmüşüm..

Zaman Algısını değiştirebildiğimde , onunla uyumla geçermiş her dakika... Her nefes alış bir dakika olurmuş, her verişte bir mola... O zaman, zamana kızmaz, kendi içimdeki -oyunumdaki saatleri severmişim.. Benim ritmime uyan o tiktakları ve zamanın bana getirdiği güzel hediyeleri severmişim bir de... Ay’in hallerini, güneşin doğuşunu ve ışığın gölgelerini... Sabah kahvaltısı, gün batımı, uyku saati... Ve ben zamanı sevdiğimde; dünya benim oyun alanım olur, kendi evrenimdeki küçük bir çocuk gibi mutlu olurmuşum.....

İşin sırrını keşfetmek için bilinenden farklı algılamak gerekirmiş zamanı. Bunu içimdeki çocuk ruhum keşfetmiş.. Zamanı koca bir zaman dilimi diye algılamak ürkütücü.... Zamanı kısa bir an olarak algılamak rahatlatıyor yüreği... Çünkü küçük çocuklar bilmezler koca zaman dilimlerini.... Ne kadar büyük bir dilim olduğunu ya da... Neden dilim olduğunu da... acaba yenir mi?
..
Ama zaman dilimlenebilir... Ben de öyle yaptım... Hain zamanı minik parçalara böldüm önce !!!.... Üstüme yüklenen koca koca dilimleri, lime lime minnacik yaptım işte.. Keşfetmem için bozmam parçalamam gerekti.. Zaman benimdi, Zaman satın alınır bir şeyde olmadığı için, kızmadı da kimse bana oyuncağını parçalayanlara kızıldığı gibi.. Vakit Nakitti belki ama, büyüyen dünyanın hızlanmayı ve vaktin para olduğunu anlatan atasözünü cevabım hazırdı.. Elimdeki tüm vakiti, minik demir nakitlere çevirmeliydim.

Parçaladım onu.. Aynı bir çocuğun parçalama iç güdüsüyle parçaladım.. Bazen kızgınlıkla, bazen merakla parçaladım.. Ama yaşım onları intizamlı parçalamamı önerdi.. İntizam büyümenin verdiği bir alışkanlıktı ne de olsa...

Zamanı parçaladım.. Paçavraya çevirmeden, savurmadım oraya buraya... Saklamadım da sevmediklerimi.. Atmadım kesik köşelerini... Ama parçaladım... Çok rahatladım...

Pişmanlıklarımı, kötü anları, canımı acıtanları, birikip büyüyenleri, üzgünlüklerimi, kızıp affedemediklerimi, sevip sevilmediklerimi, üzdüklerimi hepsini minnacık zamanlar yaptım dizi dizi.. Parçaladım zamanı..

Hiçbirisi büyüklüğü kadar ağır değilmiş.. Hepsine tane tane baktim sonra... ”Ohh dedim...Korktuğum kadar büyük değilmişsiniz....” Olması gerektiğinden çok kendimce büyüttüklerimin farkına vardım sonra... "Olsun" dedim "kütle halinde kocaman kocaman üstüme geleceğinize, teker teker gelin üstüme..hadi bakalım "..Sonra da ekledim "Aman yanlış anlaşılmasın, Sizi küçültünce ciddiye almıyor değilim, hepinizle teker teker ilgilenmek, anlamak ve sizi kabul etmek istiyorum aksine"

Sonra diğerleri de var doğradığım tane tane... Mutlu anlarım, tatillerimi, gülümseyişlerimi, aşklarımı, güneşi, ayı, sevdiklerimi, özlediklerimi, beynimdeki tüm güzel manzaraları, kahkalarımı da böldüm... Böle böle çoğalttım belkide... Mini mini yaptım onları da... Onlara da baktım .. “Görünüşte küçük olsanızda hala güzelsiniz, tane tane doyarım size yine de ben” dedim... "taşırım olmazsa en sevdiklerimi, tıpkı benimle yaşamak isteyen cebimdeki çakıl taşları gibi..."

İyi kötü tüm zamanlarımı adaletli olarak anlayabilmem için hepsini eşit parçalara böldüm sonuçta.. Mutlu anılarda, hain zamanlarda ayrı değildi benden, benim hayat dizinimden... Hiçbirisini kayırmadan hepsini eşitledim... Hepsi tane tane oldu... Kağıtları kesermiş gibi , 3'e 3 boyutu... 3 gram ağırlığı... ayırmadan siyahını-beyazını....


Şimdi elimde büyük bir dizi anı ve hayat parçam, zamanın elinde büyük, kendi evrenimde küçük bir kız çocuğuyum...Hayat akıp giderken, saatin tiktakları devam ederken artık tane tane yaşamayı seçiyorum..
....
Elimdeki diziyi hayat yolumda; bazen boynuma kolye yapıp ilerlerim gururla, bazen ip yapıp atlaya atlaya giderim içimdeki çocukla, bazen tesbih gibi çekerim onları hayatın mucizelerine tek tek inana inana, bazen de mola verip tane tane severim, dinlerim onları oturup yolun köşesindeki bir bankta....... Kimbilir...

Parçaladım ya... rahatladım...
Ertelediğimiz zamanlar değilmiş.. Ertelediğimiz zamanı parçalamayı ertelemekmiş, bazen korkarak, bazen parçalanınca birleştirilmeyeceğini düşünerek...

Parçalayın rahatlayin...
Dilerim:
İpiniz uzun, bıçağınız keskin olur... Vucudunuz, boynunuzda kolyenizi taşıyabilecek kadar güçlü ve duruşunuz dik olur.. Yüreğiniz, ip atlamak isteyecek kadar da hevesli olur.

Bank mi..?
Tane tane soluklanıp -tane tane yaşamak isteyenler için,
var sanırım her köşebaşında bir bank mutlaka....

Brajeshwari

(hayattan bir tane boncuk an.// tanımsız bir zaman dilimi. //dört sayı yanyana )

05 Ocak 2008

kar yağsa..

Olmayınca Olmuyor
Kar yağmalıydı oysa..
Yeni yılın tertemiz karı..
Kapatırdı tüm çirkinleri..
Bembeyaz...
Düşlerimdeki gibi..

Kar yağmalıydı daha çok...
Etraf beyazla yıkanmalı
Görünen her renk,beyaz kaplanmalı..
Havada böylece biraz daha
Yumuşamalı..
Olmayınca olmuyor..

Daha çok yağsın isterken ben..
Tiftik kazağıma sımsıcak sarınmışken..
Ve beyaz kareler özlerken fotoğraf makinem..
Yağmadı.....

Soğuğu sevmem ..Üst üste giyinmeyi de..
Ama kar yağsın istiyorum..
Sarılıp kazağıma ısıtırım içimi..
Ve aklımdan geçen
Tüm beyaz düşlerimi..

Sessizliğimde gözüme takılanlar yoruyor beynimi..
Her yerde dikkatimi dağitan tabelalar..
Çamurlu yollar..Kirlenmiş arabalar..
Karları özleyen gri ağaçlar..
Sokaktaki insanların,
solmuş gözlerindeki ışıklar...
Ve kardanadamla henüz tanışmamış bazı çocuklar....

Herşey beyaz olsa..
ağaçlar kucaklasa karı dallarıyla
Çocuklar koşsa...oynasa...
Torbalarla kaymaya çalışsa..
atkı ve bereler, annelerin ördüğü sevgiyle
sarsa bizi,...ısıtsa...
yürüdüğümüz o beyaz manzarada..

Kar yağsın istiyor içim..
Her sabah, yatağımdan dikilip
Pencereye bakıyorum ilk..
Beyaz bir manzara özleyerek..

Kar yağsın istiyorum..
Bildiğim yollardan ezbere gitmemek
Daha önce ezbere geçtiğim yollardan dikkatlice geçmek
Gördüğüm her manzarayı beyazla temizlemek....
atkı ve beremin sıcaklığına bürünmek..

Olmayınca olmuyor..
Ama ben istiyorum..
Manzaram beyaz olsun istiyorum..
Kar istiyorum..
Yeni yıl için beslediğim
Beyaz
Tertemiz ve saf
Umutlarım adına..
Keşke kar yağsa..

sonra tekrar buluşşam
Zeytin gözlü , havuç burunlu
O Kardanadamla...

ve Umut dolu
Saf, tertemiz
özlediğim
çocukluğumla..