27 Mayıs 2008

Üç noktanın gizledikleri...

(Fotoğraflar: Niko'yu yeni almıştım. (Adı Niko'dur kendisinin.. Markası ise Nikon:) tutarlı ve suyuna gidilince söz dinleyen bir kişiliği vardır) Aylardan Ekimdi sanırım.. Hava soğuktu. Günlerdir beklediğim Niko, o gece gelmişti. İlk flörtümüz diyebilirim bu fotoğraflara.. Evimin manzarasında bacalar tüterken ve herkes mutlu uykusundayken, sabahı beklemeyen bir hevesle benimle hayatı dondurduğu ilk kareler bunlardı. O gün, uyuyarak çok güzel birşeyi kaçırdığımı düşünmüştüm.. Artık bu yüzden sabahları erken kalkmaya çalışıyorum.. Ya da hiç uyumuyorum..)
-----

Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır.. Ancak yazabildiğim kadarıdır ifade edebildiğim... Bu bana göre doğrudur.. Noktasıyla, virgülüyle o haliyle doğru.. Aktığı gibi..

Dünyamın sınırı ifade edebildiğim kadardır.. İfade edemediklerim ise gerçek dünyamdır.. Her yazı ince bir çığlıktır aslında, onları kendime duymaya ve duyan varsaa duyurmaya...

An’ı yazmak, o anki hislerimi ifade etmeye uğraş vermek; alfabenin bana lütfettiği harflerle sadece ifade etmek değildir... Transa geçip, klavyeye dokunan parmaklarımın, aklımı sokmadan kalbimle bağlantısındaki can hıraç zamana karşı yarışıdır.. Kim görse beni, o an acı içinde kıvrandığımı düşünebilir.. Harflere vuruşum acımasız bir gürültü çıkarır.. Öfkelimiyim ? Kızgınlık mı duyuyorum sorgulatır... Halbuki dilimin ucundakileri kaybetmemek için koşturur ellerim.. Ve susmasın kalbim isterim.. Söylesin.. Anlatsın......

Yatağımda yatarken kalbim konuşur durur.. O kadar güzel anlatır ki, noktasız virgülsüz... Onları sadece ben duyarım.. Ve arabamın içinde konuşurum ben... Sürerken yazamam çünkü... Ama konuşur içim... Sırf bunun için kamyon şöförü olmak isterim.

Yazmak, ifşa etmektir kendini.. Ve her yazarın egosunu tatmin eder bu gösteri... Anlaşılmaktan öteye, akıtmaktan gelir içindekileri... Son noktada, tatlı bir yorgunluk çöker üstünüze... Yatıp uyumayı haketmiştir bedeniniz...

Ne doğru ? diye başlar yazı.. Başladığı yer; kelimelerin kifayetsiz kaldığını, gözlerimizin görebildiği kadarına inandığını ve kulaklarımızın ancak duyabildiğini dinlediğini anlatacaktır.. Ama yazı oraya gitmez.. Bende şaşarım.. Anlatmaya çalıştığım şey, beni aslında başka bir yere götürür.. Bırakırım.. O sürede harflere dokunurum ve beyaz sayfamda satır ilerler.. Ve içim bir sürü konuşur bana.. Bazılarını anlatamam, sadece hissederim...

Noktaları virgülleri sevmem.. Nerede kullanacağıma aklım karar verir çünkü.. İstemem o girsin araya... O girerse nokta ve virgüller değişir, özne yüklem düzeltilir, devrik cümlelerim, sanırsınız düzeltilince devleşir...

Bu öyle bir trans halidir ki, birisi sıkışmıştır içinizde.. Konuştuğu zaman o ne diyorsa kaçırmamak için tamamlanır cümle 3 nokta ile.. .Üç noktalar hep akılda kalan, ara kısımlar için boş bırakılmış yerler gibidir.. Temize çekilmediği için, hepsi sadece bende bilinir..

Uzun soluklu yazı yazanları hep kıskanırım.. Akıllarıyla iyi anlaştıklarını, onu ehlileştirebildiklerini düşünürüm.. Yazının soluksuzca devam edebilmesini ve hikayenin gittiği yeri bilmelerini... Bilmeseler bile o kadar net kalplerinden geçenleri duyabilme yetisini ve yazının noktasını –virgülünü... Hep kıskanırım..

Ne doğru diye başlıyordu yazı... Bende bilmiyormuşum demek ki... Ne doğruyu sormak isterken, sadece kalbimi dinlemenin doğru olduğunu yazdırdı bana ellerim... Kelimelerim sadece araç.. Onları oluşturan harflere müteşekkirim.. Duyabildiğim –görebildiğim kadarına da razıyım.. Ama biliyorum onlardan daha fazlası var...Kalbim öyle söylüyor çünkü...

Doğru ne ise, ben buldum dememek istiyorum.... Dinliyorum kalbimden geçenleri... Dinledikçe bildiklerimden daha fazlasını gösteriyor her seferinde... Doğru ve yanlış yok.... Herşey içimde saklı o üç noktada gizli...

Sözcüklere dönüşmeyen şeyler gizler o noktalar, ben bile bilmem bazen... Kelimelerin yetersizliğinde kıvranırlar ara sıra... Bazen de anlatmak istediğimin tam karşılığıdır sürer giderler... Özlediklerimi taşıyabilirler, kırgınlıklarımı yada sessiz kalışlarımı... Bazen de onlar kalbimden akanları daha iyi duymak adına küçük esler...

Geceyi seviyorum... Geceleri... Gökyüzünün gündüze değişimini... Gece arkamdan gelmez.. Ben isteyince kararmaz gökyüzü... Ay hiç sözümü dinlemez... Ama gece sırlarımı tutar, paylaşır, en karanlık yanlarımı saklar, özlemlerimi ve söyleyemediklerimi... aynı ard arda gelen o üç nokta gibi...
.
...

24 Mayıs 2008

Biraz çoğaldım, biraz azaldım...

(Fotoğraflar: Otobüsün penceresinden manzara akarken Niko ile dondurduklarım yolculuğumu ve yolumu... Aslında ufuk çizgisi görülen bir tarlada tek başına bir ağaçı görüntülemek istedik. Ama Manzara camdan akarken, denklanşöre basma hazırlığımızda tüm ağaçlar çoğaldı durdu..Sanırım onlarda da insanlarda olduğu gibi, "bir toplu fotoğrafımız yok " durumu söz konusu ...)
-----

Ve bu yazı; şimdi yolda olup, mola vermiş yolcuları karşılayan o demli acı çay ve bana hala hatırlattıkları adına.....

Yolculuk hep bana doğruymuş. Gittiğim yer önemli değilmiş.. Nereye gidersem gideyim, yola çıkan benmişim sadece önemli.. Ben ve valizim... İçine koyduklarım.. Taşıyıp, taşıyıp durduklarım... Valizime eklediklerim, çıkardıklarım... Üstüme giydiklerim, fazla da olsa sadece olmalarını isteyerek içine yerleştirdiklerim..

Valizlerde yol yaparmış... İhtiyacınız olanı taşımaktan öteye...

Yol sizi her türlü konfora alışmanız için zorlar önce.. Uyuduğunuz uyku değildir.. Gördüğünüz manzara ise tanıdık değil.. Dağ, tepe, ağaç, kasaba... İçinizde, geride bıraktıklarınıza dair birşeyler sızlar... Manzaranızdaki yanlız ağaçlar fısıldar bazen bunu... Bazen cama yansıyan aksinizden belirir sızı... Geride bıraktığınız her ne ise, hafızanızda biriktirdiklerinizle yolcusunuzdur.. Uzaklaştıkça yakınlaşır mısınız onlara acaba? Ya da uzaklaştıkça uzak mı düşersiniz? Bilinmez... Yol söylemez, yol sürer sadece, siz de içinde gidersiniz ..

Yolun konforu alışkanlıklarınızla bağlantılıdır. Ne kadar alışmamışsanız konfora, o kadar rahat yol alırsın.. Tekerlek üstünde uykusuzluk sizin için sorun olmaz o zaman... Hele bir de varacağınız yerin heyecanı varsa içinizde, ne gerek var ki uykuya... Ya da yanınızda götürdükleriniz size yetiyorsa ve manzara güzel şeyler fısıldıyorsa kulağınıza... Cama düşen aksiniz, size ve aklınıza düşenlere gülümsüyorsa...

Yol acımasız değildir yolcuya... İhtiyaç molası verilir bir süre sonra... Bir sürü yolcu, aynı merdivenden iner otobüsten... Diğer yolcular ise, karanlıkta koltuklarında huzurla uyumakta... Otobüsün çevresinde bir sürü yolcu.. Yüzlerindeki uykusuzluk mudur? Yoksa yolun verdiği şaşkınlık mıdır?.. Bilinmez... Nerden gelir, nereye giderler, valizlerinde onlar neler taşır kimbilir?

Kimse tanıdık değildir o an... Gözler kimseye bakmaz tanıdık olmaya... Eller yıkanır önce, birer sigara yakılır soğukta, acı bir çay içilir sonra köşe masada..... Ne başladığınız yere yakınsınızdır, ne de varacağınız noktaya..... Ne başladığınız yerdeki sizsinizdir, ne de varacağınızdakini bilirsiniz.. Güneşli başlayan yolculuk, mola yerinde üşütür sizi... Ne zaman ne olacağını kim bilebilir ki?

Her mola yerinde bir hüzün kaplar içimi... Gecesi –gündüzü olmayan bir hüzündür bu.. Belki hiç durmadan altı yanan çaydanlığın hüznüdür o... Misafir beklemeyen çay, artık heyecanla demlenmez sanki.. Çayın deminin acılığı da oradan gelir.. O çay, o köşe masada acı acı içilir...

Çayı getiren garsonlar gözlerinizin içine bakmaz... Birazdan siz çayınızı içip, gideceksinizdir nasıl olsa... Bir daha sizi ne zaman göreceklerini bilmedikleri için midir bu tavır? Yoksa molada da olsanız yolculuğunuzu - düşüncelerinizi bölmemek adına, sessiz ve yokmuş gibi mi davranırlar yolcuya duyulan saygıyla.... Sadece size çay servisi etmek için oradadırlar adeta.. Alacakaranlık kuşağında yol alıyormuşsunuz gibi, tekerlekler döndüğünde, onlarda oradan yokolup gideceklerdir sanki.... Gülümsemezler de, İyi yolculuklar da dilemezler... Nedendir acaba?

Kuru ve mekanik bir anons duyulur.. Mola biter... Bozuk paralar masaya konur..

Bir nefes arası, sonrasında yolun ikinci yarısı... Şimdi yarılanmış yol, varmaya dair umutlar taşır.. Ne “yola çıkıyorum” denilen –ne de “vardım” arasındaki o orta noktada...

Herşeyin başlangıcı zordur ya... Yarılanmıştır artık yol... Uyku ve konfor aramazsınız bu noktada... Çünkü yola çıkmışsınızdır, varmaya yakınsınızdır... Yoldaki manzara sürer, aksiniz yansır cama ama artık yolda olmayı kanıksamışsınızdır nasıl olsa.. Uyku çöker üstünüze bu teslimiyet ve anlayışla... Her yol birşey taşır, birşeye varırız... Her mola bir soluktur, yolu sürdürülebilir kılmaya...

Ve her dönüş, geri dönüş değildir daha önce geçtiğiniz yollardan... Valizinizdeki eşyaların yerleri değişmiştir, eskimiştir, kirlenmiştir veya hiç kullanılmamıştır bazıları... ve bazen yeni şeyler taşır o valiz.. Biraz azalmış, biraz çoğalmışsınızdır... Yol bu sefer daha önce geçtiğiniz yolun tersi de değildir asla..

O mola yeri de aynı değildir... Aynı mola durağı da olsa... Eller yıkanır önce, birer sigara yakılır soğukta, yine acı bir çay içilir sonra köşe masada.. Garsonlar değişmiş olabilir.. Yolcular da...Hiç kimse tanıdık olmak için bakmaz birbirine yine... Yolcudurlar çünkü sadece... Ve o acı çay, siz tekrar gelene kadar kaç kez demlenmiştir kimbilir altı hiç sönmeden daha...

Gidiyor da olsam- dönüyor da olsam, bir hüzün kaplar içimi her molada...

Döndüm tekrar, aynı uzun yolu.... Yol aynı değildi.. Döndüğümü de sanıyor olabililirim ayrıca.. Ama bildiğim tek şey yolculuğumun ilk başladığı yerdeyim şimdi.. Valizim hala ağırda olsa, biraz azalmışım- biraz da çoğalmışım taşıdıklarımla.. Tekerlek üstü uykumu bugün yatağımda devam edeceğim.. Umarım manzaralar güzel şeyler fısıldar bana rüyalarımda... Yol sürüyor, bende içinde yol alıyorum..Yolu kanıksamış gidiyorum sadece.. Ne başladığım yerdeki benim, ne de varacağım noktadaki beni biliyorum.. Yol söylemiyor, yol sürüyor sadece, bende içinde gidiyorum..
*
Brajeshwari
24.05.2008

04 Mayıs 2008

Aç Yelkenlerini...

Umut etmeyi seviyorum. Sonsuz bir yolculuk çünkü “Umut”...

İçimdeki yelkenlileri saldım yine, rüzgar tatlı tatlı esmekte... İçim hafif ve meltemli....
-
Gittikleri yeri umursamıyorum umutlarımın... Yolculukta yüzümü okşayacak rüzgar ilgilendiriyor beni...Varmasakta olur bir yere... Çünkü Bu yolculuk sadece umut etmek üzerine...

Acelem yok.. Umutlarım bir an önce varsın istesem gerçeğe, onlara kanat takar uçururdum zaten... Uçarken bir de kalp çarpıntısı eklerdim ve yanına da tıkanarak aldığım nefesi de... Eğer sadece “varmak” olsaydı isteğim umutlarım adına, kanatlar yetersiz gelirdi. Söylenirdim de içimden “ bu umutlara bu kanatlar az geldi, varamayacağım “ diye.. Muhtemelen söylenirken uçmanın keyfini de sürmeyi bilemeyecektim nefes nefese...

Şimdi yelkenliye bindirdim hepsini.. Gecenin alacası çökmüş sularıma.. Olsun... Sabahı ve güneşi, sessizliği ve rüzgarı da yanıma koydum gidiyoruz.... Seyahat bu.. Adı da “Umut etmek üzerine”....

Yüzüme değen rüzgar gülümsetiyor beni.. Bazen suyun sesini, bazen de yola çıktığım andaki mutluluğu biriktiriyorum parça parça - çoğalıyor içimde .... Varırmıyız ki demiyor içim... Korkum yok varmak adına... Çünkü varmak kısa, yol uzun..

Yelkenler rüzgarla gitmiyor.... Mutluluğum ve yolculuğa inancım rüzgar oluyor, arkamızdan esiyor.... Gidebilmek adına güçte oradan geliyor, önümüzde ayrılan sular izin veriyor böylece... Çünkü sularda biliyor ki, kalpten istenilene kimse karşı çıkamaz, yol verilir sadece..

Seyir halindeyim.. Umut, gülümsetiyor içimi, yüreğimi okşuyor.. Yüzümde hiç bilmediğim huzurlu bir tebessüm... Varmak mı? Ne önemi var... Umut bu içini doldurabilene....Ve yolu, sadece varmak olarak görmeyene...

Güneş açıyor, ısınıyor içim.... Mutlu bulutlar sadece gökyüzünde değil, içimde de kabarıyor sanki.. Şekil değiştiriyor, bir yenisi ekleniyor yol boyu... Yuvarlak ve mutlu...

Güneş yükseldikçe, daha mutluyum... Diyor ki, "bu çoşkuya bende katılıyorum seninle... Birazdan yok olsam da, geceye ve yakomozlara devrederim yolculuğunu... Manzaranın keyfini sür... Yarın yine aynı çoşkuyla buradayım merak etme..."

Umut etmeyi seviyorum... Sevgiyle esebiliyor rüzgar ancak, seversen duyarsın sessizliği.. Seversen bilebilirsin ki o bulutlar sadece gökyüzünde değil, yüreğinde de.... ve kalpten istenileni kim durdurabilir ki? İçinde sevgi varsa, korku da olmaz.. Endişe de.. .

Bugün umutlarıma yelken taktım...Yoldalar...Varırlar mı? Önemli değil..
Yolculuk nereye ? Umut etmeye....Yol çünkü sadece Umut etmek üzere...

Benim hala umudum var...Henüz varmasalarda gerçeğe...
Pupa yelken gidiyoruz..

Ve biliyorum ki yelkenleri dolduran rüzgar değil, sadece sevgi götürüyor umut ettiklerimi gerçekleştirmeye...Yüreğimi yelken yaptım, içine de sevgi doldurdum..Yolcuyum...

Brajeshwari Devi Dasi

04.05.2008