30 Temmuz 2008

Bir Damlanın içinde yaşıyorum.


(Niko ile Beypazarında ve Kapadokyada çektiğim fotograflar bu yazıma eşlik ediyor yine... İlk kare ise, benim tamamen rastlantısal çekildiğim bir kare.. Niyeyse bu yazıya denk düştü bu fotoğraftaki tek gözümün yakalandığı bakış..)


Kaç ömür geçirdiğini söylemedin bana.. Nereden nereye gittiğimizi de sadece sen biliyorsun... Benim bilmediklerim, seninle birlikte öğrendiklerim aslında...


Sakince öğütledin bazen... En yakın olduğumuzda, kendimi iyi hissettirdin... Hep yanında olmak istedim sadece... Hep sana yakın... Bilgeydin, sakindin ve sevgi dolu....

Sen varken bana hiçbirşey olmaz dedim... Büyüdüm, sayende ilerleyebildim.. Canın acıdığında bile durdun, sabrettin... Hiçbir yerin kanamaz senin... Acıyabilir belki.. İzin verirsem ben ancak acıtırlar seni... Merhem bilmez o acılar.. En yalın haliyle bu durumu, ancak senin deyiminle “ zaman” çözebilir.

Elle tutulmazsın.. Kocaman sarılınmazsın... Sırtımı sıvazlamazsın.. Ama hissederim seni.. İçimde –içerden güç verirsin.. Varlığını fısıldar, sevginle iyileştirirsin... Ve ne zaman sevgiyle baksam.. Bilirim ki beraberiz..

İnancımı yükseltirsin her zaman...Evrene ve yaradana olan...

Ellerim sahicidir.. Dokundukları gibi, dokunulabilirler.. Sana dokunamam.. Dokunmak seni hissetmenin yanında sadece dokunmak olarak kalır.. Seni hissetmek, tüm hücrelerimle, tüm varoluş nedenlerimle beraber gelir.. Dokunmak sadece anlamak, kavramaya çalışmak içindir.. Oysa seni anlamak için, çaba gerekmez... Varlığınla anlam kazanır herşey zaten..

Ama bu gerçekler sadece benim bildiğimden ibarettir.. Seni hisseden her kişi, zaten kendinde de senden bir parçayı bildiğindendir.. Tanıdık bulduğundan....Tanır olduğundan içindeki sevgiyi...

Bunca zaman zorladığım için pişmanım seni.. Ama ancak bu vakit anlayabilmişim değerini.. İncinmek her insanın bedeninde izler bırakıyor.. Ruhsal organımız olan ego izin vermiyor incinmemize... Halbuki seni bilmek incitmezmiş hiçbir şekilde... Ben aslında hep seni incitecek şeylerden koruduğumu sanmışım.. Oysa incinmek bir yanılsamaymış bir bütünken seninle..

Bir damla bile dolunca ancak damlarmış.. Ne güzel söz oldu bu bana Subhankari’den gelen.. Damlalarım doluyor artık beklemeden... Ve aktığı yerde, aktığı kadarına ve damladığına razı olarak.. Damladığında yaydığı ve kıyıya ulaşan dalgalarla değil - damlayıp karıştığıyla –kavuştuğuyla mutluluk duyan... Her kavuşmada daha çok damlanın arasında bütünün içinde- bütün olarak kendini tanımlayan...

Kaç ömür geçirdin bilmiyorum.. Kaç hayat taşıdın bu bedene kadar... Nereden nereye gidiyoruz bunu da bilmiyorum.. Bilmemek yormuyor eskisi gibi artık beni.. Neyi biliyoruz ki zaten.. Sadece sanıyoruz o kadar..

Şu aralar o damlanın içinde doluyorum sadece.. Zamanın bana uygun gördüğü müddeti dolduruyor, doluyorum. Sonra damlayarak bütünüme karışacağım ve kavuşacağım ... O kavuşmada aynı içimde hissettiğim sevgiyle sarınacağım sonra...

Sarınmak için ellere ihtiyaç yok... Duymak içinde kulaklara... Hatta görmek adına gözler bile yalan gösteriyor bazen... Ben tüm bu yanılsamaya rağmen, kocaman sarılındığımı hissediyorum, sevildiğimi duyuyorum içimde. Ve malasef bunların bir görüntüsü mevcut değil gözlerimin şahitliğinde..

Sadece damlalar var.. En saf haliyle kendisiyle tamamlanan, diğerlerine kavuşan ve düştüğü yerden dalga dalga kıyıya haber salan... Size kadar ulaşır mı o dalgalar bilmiyorum.. Eğer siz kıyıdaysanız ve sadece bir deniz görüyorsanız gözlerinizle... Ulaşır belki.....

Belki de o suyun içinde buluşuruz kimbilir... Damlalar elbet kavuşur birbirine.. Sudaki yansımamıza yada bizim gördüğümüzü sandığımız yanılsamalara kanmadan... Karışır, bütün olur, sarılırız birbirimize ... Suyun içine düşen ve o an sadece minik bir damla iken –beraber sarılırız bir bütün olan kendi gerçeğimize... Kimbilir....
..
.
Brajeshwari / 30.07.2008

11 Temmuz 2008

Tekerlek dönmezse, yürürüm o halde...



yol
doğmakla ölüm arasında
bir iç mesafesi
varla yok arasında
olsa olsa
bir hiç mesafesi
s.solkun

Sonuna kadar gitmeliydim sanıyorum.. Yol uzundu.. Bu yolculukta neydim ki ben...Bazen şöfördüm, bazen ağırlığımca yük, bazen yükü taşıyan ve bundan yorulan tekerlekler mi... Tek bildiğim yolu her haliyle fazlaca irdelediğimdi gereksiz yere..


Şöförlüğüm sadece yol çizgilerini izlediğim kadardı oysa.Yeni bir yol yaratmıyordum ki... Ama koltuğa geçince direksiyona sarılıp, hız canavarı heybetine bürünüyordum belli ki... Yol çoktan asfaltlanmıştı.. Bellli ki, daha önce birileri geçmiş, hatıralar ve tecrübeler bırakmışlardı o yolda... Ben sadece gidiyordum... Unuttuğum şey gittiğimdi, unutamadan varettiğim ise “iyi şöförlüğüm”.... Olur da hızlı varabilirim adına kestirme yola saparsam, varmak istediğim yere ulaşabilecek miyim kaygısını taşırdım. Kestirme yol kumdu, topraktı, işaretler yoktu çünkü... Sadece keşif yoluydu.. Zaman kaybıydı varmak isteyen birine..

Bazen ağırlığımca yük olurdum. Durduğum yerde ağırlaşan... Karanlık bagajların, sıcak ve boğucu darlığında boğulurdum.. Kendime yenilerini sıkıştırırdım taşımak adına... İhtiyaçtan değildi taşımak...Ve ben ağırlaştıkça ağırlaşırdım karanlık ve dar alanlarımda.. Nefes alamayan, kullanılmadıkça yolun kiri en temiz halde bile üstüne sinen, zamanla kat yerleri kalıcı olmuş giysiler gibiydi taşıdıklarım... Ve en ihtiyaç duyulduğu zaman, çıkaralacaklar hep en altta olurdu...Onların üstünde, kat ve kat konulmuş olmazsa olmaz bağımlılıklar....

Ve bazen tekerleklere dönüşürdüm... Döndükçe dönen bilinçsizce.... Sadece dönsün diyerek yol alan zamanlardan ibaret... Yükü de, hızını kaybetmiş şöförü de taşıyan.... Ama hareketi kendi bilinçliliğinden değil, zamanın karşı konulmaz yüceliğiyle sağlayan... Gideyim de diyen sadece, ne taşıdığını atabilen – ne “iyi şöföre” söz geçirebilen... Asfalta değdikçe, fazla yükünü ve gereksiz hızını kabul etmiş olsa da, ama hala gitmeye odaklı o veya bu şekilde...

Yol arkadaşlarımda oldu benim.. En iyi yollarda tanıştım onlarla...Aynı manzaraya bakarken, farklı görebildik.... Bazen yüklerimiz ağır geldi birbirimize, bazen savaştık “hayır şöförlükte ben daha iyiyim” diye... Bazen de yolcu koltuğunda otururken, önümüzde fren pedalı olmasa da hızı keseceğimizi sanarak panikle bastık frene olmadık yere.... Yol boyunca bedenimizin dayanamadığı noktaları, ruhumuzun sınırlarını gördük karşılıklı...Tabi ancak bunlar görebilene.. Yolu kendinin sanan, yanındaki yolcunun yolu zorlaştırdığını sanır sadece.. Yolcular yola aittir oysa, yol kimsenin değildir.....

Bazı yol arkadaşlarımı hala özlüyorum.. Onlar hafifletti beni... Manzaralarımızı sevdim beraber baktığımız... Şöför olmanın önemli olmadığı yollar yaptık beraber... Gittiğimiz yer önemli değildi, varmakta anlamını yitirmişti.... En güzeli ise, aynı rüzgar yüzümüze vurdu..

Yol alabilir zamanlarımızın değerini bilmeden, bazen benzinimiz bitti yada arıza yaptık.. Gidilmesi gereken yol durdu... Durduk, lanet ederek.... Çaresizliğimiz bize, taşıdığımız ağır yüklere- egomuzla yol sürüşümüze rağmen gidebiliyor olmanın verdiği minnettarlığı hatırlatmadı hiçbir zaman... Sadece kaderimize kızdık belki de... Dur demişti belki de yol...”Dur !! Yüklerini at”....”İyi şöförlüğün buraya kadarmış “dedi belki de... yada “Varmaktan daha önemlisi yolda olmak gör bunu” dedi ....Kimbilir... Kaderimize lanet ederken, farketmedik hiçbirimiz..

Hızı kesilen biri için asfaltın sıcağı zor geldi işte o anlarda... Yanımızdan geçen arabalara bakakaldık bazen... Onlar nasıl gidiyordu...? Biz niye gidemiyorduk..? Onlar daha mı çabuk varacak sizce de?

Bir yolu 5 saatte almak vardır...Bir yolu kamyon hesabı 10 saatte de alırsınız... Saatlerle ve hızıyla böbürlenen her şöförün, unuttuğu sanırım yoldur varmak amacı bürümüşse gözlerini... Nasıl yol aldığıyla ilgilenmez.... Bu, sadece yola yapılan haksızlıktır.. Oysa her yol köşesinden sıra sıra kedi gözleri vardır binlerce ve kilometrelerce... Karanlıkta ve aydınlıkta gösterir bize, gittiğimiz yolu her tekerlek boyu virajda da, bayırda da....

Çok hız yaptım bunca yol.... Çok yolcu değiştirdim sonra... Varmak için şöförlüğümü geliştirdim sandım... Yüklerimin hepsi bagajda kirlendi... Sanırım yüklediklerimin ne olduğunu bile hatırlamayacak zamandır varmaya odaklı yollardaydım.... Tekerlekler, asfaltın tadını fazlasıyla aldı... Geçtiğim manzaralara haksızlık ettim bir de... İnanırmısınız, kedi gözlerinin varlığını virajlarda farketmiştim, kazasız viraji alabileyim diye o da sadece... Benzinim bittiğimde lanet ettim herşeye... Yanımdan geçenlerin çoktan vardığını sanarak....Ve yolu irdeledim gereksiz yere....

Şimdi yürüyorum... Hava sıcak..
Bunca hızdan sonra yürüyorum..
Yol gerçekten güzelmiş aslında..
Yükü de ve iyi şöförlüğü de bıraktım geride..
Kedi gözleri de yol boyu sandığımızdan çokmuş aslında... Göz kırpıyorlar şimdi bana her adımımda..

Yolda olmaksa amaç, gidişin ve hızın ne önemi var ki...
Ben yol ile yol olmaya karar verdim... Şimdi, bir ben yürüyorum...

Ve manzaramda gördüklerim...
Aslında hep aynı sukunetle duruyorlarmış ağaçlar tepelerinde...
Bunca zaman ben,
yolda onlar benim önümden hızlıca geçtiler sanmışım sadece...
..
Brajeshwari / 11.07.08
..

06 Temmuz 2008

Hiç edemediğim...


..
ne ay ışığı yürüyeceğim
ne sessizlik aşk boyunca
içimde çırpınan dalganın var ettiği kıyıda
gömdüm onu
aşkla..



....bejan matur

Sanskritçe’de “veda” bilgi anlamına geliyor.. Veda kelimesi; ayrıca İngilizce farkında olmak manasına gelen wit sözcüğüyle aynı kökene sahiptir.

Veda etmenin zorluğunu yaşayan sancılı bir bedendi benimkisi.. Sancılanmaya başlardı her seferinde daha el sallamaya başlamadan... Artık vedalarımı net yapabiliyorum... Veda etmek, biriktirmemekmiş, temizlenmeye başladım. Veda edebilmek, arkada bıraktığına güzelce teşekkür edebilmekmiş, minnettarım.
.
Veda etmemek ise– içinden kopanları seyretmekmiş "dursun" diye direnirken... Oysa parça parça acı veriyormuş gidişler ... Sen, o şeyin orada durduğunu sanırken..


Artık veda edebiliyorum... Veda edememem, hep çocukluğumdan beri gelen öğretilerden kaynaklanıyormuş... Meğer ben korkuyormuşum pişman olmaktan... Korkuyormuşum geri dönüşü olmaz diye bildik yoldan sapmaktan... Ve çocukken öğrenmişim, herşeye sarılmayı -bırakmamayı... Sarılmışım içimde kocaman işte herşeye yine... Ve böylece gitmesi gerekenlerle, yeni olanları biriktiriyormuşum gereksiz yere... Sonra hayatımda görevleri bitenleri yoruyor, yorumluyormuşum boş yere, yeniler için yenilenmeden....

Her veda içinde yeni bir merhabayi barındırıyor oysa... Artık bunu biliyorum.. Veda ettiğim herşeye teşekkür ediyorum ve bana veda edenlerin de teşekkürünü alıyorum... Hayatın sonsuz değişim dönüşümüne çomak sokmamak lazımmış direnerek... Gidiyor işte... Gidiyorsun... Bırak gitsin...Boşalt yolunu....

Artık veda edebiliyorum... İçimde büyük merhabalara yer açıldı.... Şebnem Ferah’ın şarkısında dediği gibi; birgün “kısa cümleler kuracağım” günlerde gelecek, biliyorum...
..
Bir veda yazısının ardından, ... tıklayın...
...