24 Mart 2009

Portakal, Orda KAL !

bu yazıyı bu müzikle yazdım Dinle

PAZARTESİ / Saat 07:00

Kalk!!!
Banyoda bir şey ötüyor..
uYaN diye ağlayan, 2. bir alarm !!
Aynaya bak.. Uyandın mı? Tek göz kapalı, tek göz açık mı?
Tamam biri idare eder bizi..
Haydi !!

Günaydın buzdolabı... Kahvaltı niyetine bana verebilecek bir bardak soğuk sütün var mı?
Saçları tost aletiyle düzleştirmeli... Yoksa, akşam saçlarını çıkarıp komedine koymuş, sabahta kafana geçirmiş gibi duracak saksı..
Üstünü Giyin.. Hangi gömlek? Siyah pantolon nerde? sonra yüzük, küpe, ...
Makyaj... Biraz mor buraya, biraz kırmızı oraya, şöyle şuraya, tamam bitti işte..
Hayda!! saat çalıyor yine...
Uyarı mesajı “evden çık” diyormuş bu seferde..
Nasıl birisin Burcu sen böyle, sana güvenmeyen başka biri var sanki içinde...
Çizmelerin içine gir, üstüne bin..
Anahtarlar nerde.. Telefonu bul....
Haydi !! diğer gözü de...

İskender hoşçakal....
Yolda yemek için, buzdolabından bir portakal al...
Asansörü beklerken tek nokta konsantrasyon, ayakta meditasyon..


Araba..
Bak bu direksiyon... Bu radyo... Hatırlat hepsini kendine..
Geri vites, ileri.. Yola çık.. Trafiğe ak.. Sol şerit, sağ şerit..
Kırmızı Mazda, Mavi honda .. Otobüs, minubüs, kamyon, jeep.....
Sağ şerit, sol şerit, uzun bir kuyruk.. Neden ilerlemez ki bu trafik !!!…
Endişeler ince ince baş göstermeye başlar sonra..
Acaba geç mi kaldım ? İlerlesene be adam !!
Hey sen !!Niye benim önüme atlıyorsun ki, baksana önündeki yer kocamann !!

Yollar mı daraldı. Kim bilir hep beraber kimin peşinden gitmekteyiz. Ah o en öndeki var ya en öndeki !! Hepimizin onun yüzünden geç kaldığının farkında mı acaba? Sağ şeritten beni devamli sıkıştırıp duran Mercedes’inde kurulmuş sevgili Beyamca, sadece sen mi bir yere yetişmektesin yoksa?

Geç kalmak? Hep yetişmeye mi çalışır insan bir yere… Neredeydi, olması gereken zamanda orda olan adam.. Hep yetişemez ki insan her yere, eh o da bir yere kadar...

Hepimiz kendi “aracımızda”, aynı yolun yolcusuyuz aslında… İlerlemek için, öndekinin gitmesi, öndekinin ilerlemesi içinde ondan bir önceki ilerlemeli... Peki acaba bu durumda ne düşünmekte kuyruğun en önündeki... Kaderine mi söylenmekte, uykusunu mu alamamış yoksa, algısı tamamen kapalıdır belki de... Biz de arkasında aynı düşünceye bulanmış, trafiğin içinde güya direksiyon ile kendi rotamızı kendimiz belirlemekte ve bu arada da söylenmekte... Ondan belki de yollar daralıyor işte böyle, aynı hayat gibi... Söylene söylene gidiyoruz gitmemiz gereken yere.... Varacağız ya,daha önemli olamaz hiçbirşey varmaktan öteye.. Bir de kimin peşine takıldıysak, onun algıları yol oluyor bize... Biraz dar, biraz şeritli... Söylenen biriyle beraber söyleniriz ya bizde... Böyle geç kalıyorum hissi geliyor işte insana... Yetişmek için koşturup durmak ve hayata binbir şekilde söylenmekte sanki hediyesi yanında...

Merhaba Karayalçın, biraz zoraki sırıtmışsın sanki bilboard için çekilen fotoğrafta... Melih bey Ankara’da trafik dediğin gibi akmakta(?), sen hiç “meraklanma (!)”.....

İşe vardım sonunda...
20 dakika geç olsa da...



SALI....

Günaydın..Bugün güzel bir gün...
Hazırlanalım hadi gel beraber..
Neler neler olacak günün içinde acaba...
Bekliyoruz heyecanla...

Apartmandan aşağıya in.. Günaydın araba... Çık yola...
Ooo hepimiz burdayız yine... Aynı şeritte.. Kırmızı Mazda, Mavi honda, Merhaba teyze, Merhaba amca..

Aynı yolun yolcusuyuz, Trafiğe kızma... Hayat gibi trafikte düşüncemize göre akmakta aslında... Her araba, sanki senin değiştiremediğim bir düşüncen gibi, seninle geliyor aynı yolda... Dur kalk, yeşil yandı ve tam sen geçecekken denk geldi ışık kırmızıya ... Neden acaba?.... Bakma önüne arkana... Yolun boyunca, kornaya basanlar, seni teğet geçenler olacak. Pencerenden bakıp gülümseyerek onları da selamla.... Ne diyorlar düşünme, söylenme, kızma.... Sadece orada ol... Olman gereken zamanda gittiğin yerde olursun nasıl olsa... Geçtiğin yolda da elbet vardır güzel bir manzara... Güne güzel böyle başla... Hayat söylenmekle geçmiyor...Yetişmekte, bir ucu diğerine bağlamıyor.. Nereye gittiğinde pek muhim değil, sen nasılsın aslında... Hayat güzel, haydi keyiflen... Bir oyun gibi, iyi şeyler düşününce, göreceksin ki trafik gerçekten akmakta...Ve biliyor musun, trafik akarken senin düşüncelerin belki de diğer arabadaki teyzeye, amcaya da yansımakta....

Aç radyoyu.. Al eline portakalı..
Ye güzelce...Şerit değiştirmeden, hız yapmadan, mutlulukla devam et yolculuğuna...

Portakal orda kal ise, işte bu günün sloganı...
Nerde kaldın diyene, cevabımız ise "lanet olası trafikte" değil, "yoldayım" bundan böyle...

Çünkü Yolculuk her şekilde sürmekte...

*

Yazıyı yazabildim sonunda
Çünkü bügün erken vardım iş yerine.. :)
Sevgilerimle...

Yolculuğunuz sırasında, Lütfen kemerlerinizi bağlayın..
Bir de, eğer aynı trafikteysek camdan bana el sallayın:)

ilk görsel buradan alınmıştır..



16 Mart 2009

Şarkıya EŞLİK etmek size kalmıştır..


Şefkat dolu göğsünde, sanki tenine değer yüzün... Tüm bildiklerinden, daha çok ait hissedersin orada kendini... İçine şefkati sızar, ondan mı sana, senden mi ona büyür- çoğalır, bilinmez.. Tüy gibi hafifletir, ışıkların içinde ışıklar giydirir. Yüzü neye benzer önemli midir? Her yüzde, bir bakış vardır ki güzel kılar içinde anlam bulan aksini... O bakış ki tüm soruların cevaplarıdır, sızar parıl parıl bir sevgi ve o ki herşeyin en gerçeği... Güzelliğin tanımı ancak böyle birşey olabilir, şeffaf- su gibi, içine akar temizler seni ve tüm varoluş nedenlerini.. Kokusu Anne kokusuna benzer, büyülüdür, büyütür. Güven verir kokusu, sonsuzluğu bilmek gibi... Seni alıp, başka bir masala götürür. Binbir çiçeğin kokusunu taşır, emek kokar, ekmek kokar, rüzgar kokar, deniz kokar, derinlere götürür, sarar tüm benliğini... Ellerindeki sıcaklık dokunmadan ısıtır, asla acıtmaz tenini... Elini çekti sansan, orada mı hala diye açıp bakarsın gözlerini... Oradadır, ancak içine baktığında duyarsın “buradayım" der, "hadi bana bırak kendini...”

Herşeyin üstünde, herşeydir O... Göğsünde bizi besler, korur ve hiç bırakmaz bizi sevmeyi..

Çocukların oyun alanı ancak halının üstünde geçer ya bir yaşa kadar... Mutfak nerededir bilmez, banyo neresidir bilmez. Parka giden kapı nereden açılır hiç bilmez, kim kapıdan girer, tanıdık mıdır, yeni mi tanışılır? Kim o kapıdan çıkar, bir bilinmeze doğru gider, bilmez. Sadece oyuncakları ve halı vardır sınırları belli...

Kucağından indiğimizde bize bakar, yürüyeceğimize bizden fazla inanarak... Emekleriz, gülümser... Önümüze konan oyuncaklardır hayat.. Oyuncaklara bakar anlamaya çalışırız, renklerine aldanırız, üst üste koyarız, yürütürüz halının köşe kenarlarında, döndürürüz, bazen savaştırırız birbiriyle, kırarız, onlarla bir hayat kurarız. O yine bakar bize sevgiyle... Gülümseriz güven içinde...

Sevdiğimiz oyuncaklarımız olur, gözden düşerler bazıları bazen... An gelir sıkılırız oyuncaklardan, ama yenileri gelir keyifleniriz, aynı köşelerde yeni oyunlar keşfederiz. O hep bakar bize.. ”Haydi oyna” der, “oyna kendi kendine” oturduğu o köşede...

Bazen bir oyuncak kırılır, ağlarız. Yenisini ister, ağlarız. Bazen canımız sıkılır, ağlarız. Uykumuz gelir ağlarız. Nerdesin der ağlamalarımız... Gelsin ve bizi kurtarsın diye yalvararak ağlarız. Onun güven verici varlığını ararız. Oradadır halbuki.. Ya arkada oturduğu köşede, ya da başka bir oda da, ama hep gözü ve kulağı bizim üstümüzde... Onu görünce biraz daha ağlarız. ”Neredesin” dediğimizde, bulamadığımız içindir ağlamamız, bunu gözyaşlarımızla sorarız.

Yürümeye başlarız, destek aldığımız koltuk köşelerinden... Elimizi tutar bazen, bazen bırakır “haydi yürümeyi dene” derken.. Yürümeyi öğrendiğimizde, halıdan büyütürüz oyun alanını... Odalar, duvarlar ve kapılar... Koltuklar, yataklar, sandalyeler... Tehlikeli alanlar ve düğmeler, prizler, ocaklar... Yeni keşifler aynalar, çekmeceler, ağza götürülmeyecek yiyecekler... Büyütürüz hayatı, büyürüz.. Kelimelere başlar sonra yolculuğumuz... Sözsüz yapabildiğimizi, kelimelerle taşırız büyüdükçe.. Büyürüz.. Yeni insanlar ediniriz oyuncaklar yerine... Halılardan sonra başka oyun alanları yaratırız. Büyümüşüzdür.. Doktor oluruz, anne oluruz, iş adamı... Böyle böyle büyürüz.. Her şeyi bildiğimizi düşündüğümüzde bile, aslında hep aynıdır o oyun alanı... O köşeleri olan ilk halı.....

Biz büyüyen çocuklar, yine oyun bozulsa, oyuncak kırılsa ağlarız, ve önünde durduğumuz kapı açılmasa,.. oyun arkadaşımız bizimle geçinemese,... oyundaki patron çocuk saçımızı çekse,... elimizdeki yemek yere düşse... “Niye” derken, Nerdesin diye diye ağlarız, tek farkla büyüdükçe içimize akar gözyaşlarımız..

O hep oradadır aslında... Gözü üstümüzdedir, gülümsemektedir.. “Burdayım der” gözlerinde aynı sevgiyle, kucaklar bizi... Başımızı göğsüne koyup, bırakırız kendimizi... Tüm sorular biter, cevaplar susar... Binbir çiçeğin kokusuyla, sarıp sarmalar benliğimizi, taşır en derinlere, ait olduğumuz yere... Güneşli bir günün, ılık rüzgarı gibi okşar başımızı... Sıcacık sarar varlığıyla, dokunur elleriyle kalbimize... Doldurur içimizi sessizce, sevgiyle hatırlatır varlığını yüreğimizde.

Oyun devam eder yada yeni oyunlar başlayabilir. Kapıdan yeni biri girebilir, size yeni bir oyuncak hediye edilebilir, dün oyunda size mızıkçılık yapan çocuk yarın size sarılıp, öpebilir. Kimbilir ?

Bilemezsiniz.

Ama onun hep yanınızda olduğunu bilirsiniz.
Bırakırsınız kendinizi güven içinde kollarına...
O hep oradadır ve size bakıyordur gülümseyerek...
Kalbinizi doldurarak sarılırsınız varlığına,
Teşekkür edersiniz bu güzel güne
Hayata ve O’na, ...
Gracias a la vida.. ( dinlemek için TIK)

teşekkürler hayat, bütün verdiklerin için
iki göz verdin bana, her açtığımda onları
kusursuzca ayırt edebiliyorum siyahı beyazdan,
ve cennetin yıldızlı görüntüsünü,
ve de kalabalıklar içerisindeki sevdiğimi

teşekkürler hayat, bütün verdiklerin için
bana ses ve harfleri verdin,
ve onlarla haykırıp, düşünebildiğim kelimeler,
anne, arkadaş,kardeş ve yanan ışık,
bir de sevda, duygularıma yol gösteren

teşekkürler hayat, bütün verdiklerin için
sesi verdin, bütün şiddetiyle hayatı içeren
gece gündüz cırcır böceklerini ve kanaryaları kaydeden,
çekiç seslerini, motorları, köpek havlamalarını,
fırtınaları da, ve sevdiğimin yumuşak sesini de.

teşekkürler hayat, bütün verdiklerin için
yorgun ayaklarımın adımlarını verdin
onlarla şehirleri ve gölcükleri gezdiğim
ve kumsalları ve çölleri,
dağlar ve ovaları
ve yürüdüğüm, senin evin, senin cadden, ve senin avlunu

teşekkürler hayat, her şey için...
teşekkürler....

..

Görsel burdan alınmıştır..

07 Mart 2009

Toz bezi ve Mucize

Geçen haftanın kurgusunu aylardır yapıyorum. Gerçeğin tamamını görmek, kabul etmek ve hareket etmek gibi bölümlerden geçtim. Etaplar yaklaşık iki ay sürdü. İki ayın sonunda, bugün başarmanın mutluluğu ve hafifliğiyle doluyum.

Bu giriş yazısı üzerine ne yaptığımı merak edenlere, "Temizlik" yaptığımı söylerken, her türlü yanlış anlamadan uzak tutmak istiyorum aklınızdan ilk dakika geçenleri... Pasaklı değilim, belirtiyim.:)

Temizlik denen şey, para ile tuttuğunuz bir yardımcınız var ise zaten hallediliyor. Bir de ütüyü de yaparsa, değmeyin keyfinize... Ya da kendiniz yapıyorsunuz tüm rutin ev işlerini... Ben oldum olası temizlik işini gözümde büyütenlerdenim. Aslında düzenliyimdir ve rutin olarak evimin temizliği yapılsa bile, bir de çok önemli bir konu var ki o da “ince temizlik..” Sadece ve sadece evin sahibinin yapabileceği cinsten olan, en incesinden olan... Evimize koyduğumuz minik detaylara göz aşinalığından dolayı alışırız ama bir süre sonra işlevini sorgulamayı unuturuz. Aynı kendi hayatımızdaki, duruşumuzdaki, bakış açımızdaki bazı detayların işlevlerini sorgulamayı zamanla unuttuğumuz gibi..

Geçen pazartesi gününden başlayarak, rutin temizliği yapılmış evimin ince detaylarında kayboldum. Derdim tamamen temizlik meditasyonu yapmaktı aslında. Yaptığımız işe kendimizi tam anlamıyla verip, görev gibi değil, zevkle ve eylem dışında herşeyi unutarak girişmek gerçek bir meditasyon... İnsan kafasını susturup, yaptığı işe ellerini, aklını, kalbini koyunca ne mucizeler yaratıyor hem dışında, hem de içinde... Öyleydi işte benimki de...


Herşeye kavramaya çalışan bir çocuğun zihniyetiyle, elime aldığımı ilk kez görüyormuş gibi baktım öncelikle... Ne işe yarıyor bu ? Çok kullanıyor muyum ? Kullanır mıyım ? Kalmalı mı ? Olmasa eksik mi olur ev ? Yeri neresi olmalı, raf mı –çöp mü ? Kalması gerekliyse, İçi –dışı her yeri temizlenerek bu yeni düzen için arındırılmış mı ? Sorular böyleydi. Cevapları; eşyalarla duygusal bağ kurmadan, sanki eve ilk kez girip, burada yeni bir düzen kurmaya ve yaşamaya karar vermiş bir kadın verdi. Bendim o... Üç hafta önce bir sabah aynaya bakıp mucize istiyorum hayatımda diyen o kadın... "Korkmaktan korkmuyorum, değişime hazırım, herşeye rağmen deneyeceğim" diyen ve bekleyen... Mucizeleri gelmeye başlayınca, yeni bir yaşam için yenilenmeye karar veren o kadındım.. İçini değiştirirken, evinde –yaşadığı mekanda da mucizenin ve enerjinin akışına izin vermek isteyendim..

Elime aldığım her obje, her eşya ister istemez içimde de başka başka duyguları ortaya çıkardı. Bu his; günbatımında denize nazır ufka dalmışken, gördüğümün deniz ama baktığımın içimden geçenler olmasına benziyordu. Onları sahiplenmeden, değer biçmeden, elime alıp sadece baktım. Manzara eşliğinde ruhumun fısıldadıklarından bazılarını denizin esintisine bırakıp, bazılarını sevip okşayıp, tırtıklarını törpüleyip, cilalayıp sanki kalbime tekrar yerleştirdim. İnsanın böyle bir manzaraya dalmışken aklına düşer ya eski anıları- sevgilileri, bazen gülümsetir –bazen de neden şimdi hatırlandın ki denir. Öyleydi işte hissettiklerim. Duvarda asılı duran tablonun camı-çerçevesi silinmişti ama, unutulmuştu arkasında duvara yaslanmış saklı duran kiri... Çıkardım hepsini, arkalarındaki tozları sildim. Şimdi gerçeği görebiliyordum. Güzel bir tabloydu, duvarımda güzel bir anı olarak asılmaya değerdi ve her şekilde artık temizdi. Devamlı mutfak dolabının üstüne uzanarak aldığım tencerelerim vardı bir de... Kollarımla uzanırken, her seferinde boynuma kramp girerdi. Taşınırken, sorgulamadan öylece koymuştum onları oraya... Dedim ki, alıştığın için yerini sorgulamıyorsun, onları elinin yakınına koyabilirsin halbuki.. Bunu yıllardır düşünmemiş olmaktan utandım. Bir türlü tecrübe diye saymadığım, unutmak istediğim anılarıma benzettim bu utanç hissini.. Dolaplardan en derin olan çekmeceye sığdırdım hepsini.. Sonra da kendi kendime “Tam da buraya göreymiş bunlar, nasıl da düşünememişim” dedim. Bilgisayarımın klavyesini –tuşların aralarını kulak temizleyicisiyle temizledim sonra... Sözcüklerimin arasına sıkışmış, gizlenmiş kırıntıları temizler gibiydim aslında... Klavyeye bastığım her harf ile yumuşadı kelimelerim, ak pak oldu sanki, temizlendi. Buzdolabının bir de duvara olan bir tarafı varmış benim hiç görmediğim, Türkan abla temizlenmiştir nasıl olsa dediğim... İşte öyle değilmiş. Buzdolabının eninin, hacminin, içeriğinin, işlevinin hepsinin farkındaydım ama o yanı hiç görmemişim ben... Hiç olmamış öyle bir yan... Buzdolabına anlam yüklemeden baktığımda farkettim bunu... Bu çok güzel, vazgeçilmez dediğim ama tamamında es geçtiğim o köşeyi o an farkettim içimde de... Tamamlanmış oldu böylece o dört köşe bende de... Karışık bilgisayar kablolarını düzenlerken, hayatla olan bağlarımı düzenledim sanki tekrar... Yol gibi, dizildiler yan yana, uyum içinde beraber geçtiler duvarda... Çiçeklerime su vermek yerine, kuvete taşıyıp yağmur yağdırdım üstlerine... Suyun yokluğuna -azlığına değil, berekete olan inançları kaybolmasın diye... Her yaprağın suyla beraber dirilişiyle, içimde de bolluğa olan inancımın arttığını gördüm, yine teşekkür ettim evrene.... Paltomun, sökülmeye yüz tutan düğmesini sağlamlaştırdım. Kendi içimde de son zamanlarda hayatın bana öğrettiklerini sabitledim, yaşamdaki yerleriyle ilikledim onları birbirine...

İlk gün mutfağı bitirdiğimde başım dönmeye başladı. Bu dönmeler, çok eğildiğimden, yorulduğumdan değildi biliyorum. İçimde de kopuşların, temizlenişin ve herşeyin havalanıp, yerleşmesinin nedeniydi. Sanki orada bir yerde bir tıkanıklık açıldı ve mucizenin enerjisi mutfaktan akarak, döne döne içime doldu. Bu yüzden işte, başım döndü sandım ben onu...

Şimdi dışardan gelipte kapıyı açtığımda yepyeni bir ev görüyorum karşımda.. Güzel bir enerji çarpıyor yüzüme... Baş dönmelerim hala devam etse de, izin veriyorum aksın mucize, yer alsın hem evimde –hem de yüreğimde...

Şuna yürekten inanıyorum ki, mucizeyi yaratmak ve beni sarıp sarmalamasını sağlamak aslında elimde.. O, zamanın içinde beklenilecek olan değil, gelecekte saklı değil, yokluğu kaderin bize bir oyunu değil... Sadece dualarıma bağlamıyorum artık onu, insanların hayatıma dokunuşunda da aramıyorum.. O bizde, bende, içimizde bir yerde... Yaşanmışlığımın bakmayı doğru beceremediğim bir köşesinde yada değiştirmediğim bir düşüncenin kıvrımında saklı duruyormuş yada uyuyormuş farkedilmemişliğin verdiği bıkkınlıkla belki de....

Tüm hafta temizlik yaptım.
Her gün evin minik detaylarını temizlerken, aslında kendimin kuytularımda temizlendim bende..

Mucizeleri içinde gören herkese
Sevgilerimle...
.
Görsel buradan alınmıştır..