31 Aralık 2009

Biterken...




Seni sevemedim 2009...
Bana verdiklerin ile aldıklarını düşünüyorum, kırgınım...
Kandırdın beni... Kandım belki de...

Yoluma iyilikler koydun önce, yılın ikinci yarısında "onlardan daha iyi bunlar" diye yeni seçenekler sundun... ve Ben daha iyiyi seçtim. Dietiydi belki de yaşadıklarımın... İyi ve güzeli haketmiştim kendimce...

Güzel insanlar tanıdım. Güzel dostlarım olduğunun farkına vardım bu yıl..Kayıplar verdik, biraz eksildik ama fazlasıyla kenetlendik... Her şerefe kadehinde isimlerini andık, asla gitmediler hep bizdeydiler...

Biraz daha büyüdüm sonra bu yıl... Artık git-get aklım yerine, otur ve düşün aklımı kullanmayı öğrendim.

Hayatın risklerinin, bazen yaşadığın huzuru bozmak için alınmayacağını gördüm...

En çok ta kendimi tanıdım bu yıl... Nerelerde kırıldım, nerelerde zayıftım. Aslında ne değerliydi ve gerçekte ben neye sahiptim...

Kendimi kendi içimde değerlendirdim. Başkalarının kötülükleriyle daha iyi, başkalarının iyilikleriyle yarıştırmamayı öğrendim..

Sıradan olmanın, korkutucu olmadığını... Farkımın olmadığını, en çok ta konuşan egonun ne demek olduğunu farkettim...

Çok çalıştım, çok didindim... Aslında bende olanı hatırlamak için çalıştım, çalışkandım, sadece kendimi kendime ıspatladım.

Başarı peşinde koşmadım bu yıl. Başarı kimin gözüyle ve değerlendirmesiyle doğru olabilirdi ki.. İşini yaparken için rahat ve huzurluysan o bir başarıydı, öğrendim...

Ailemi çok sevdim bu yıl yine... Hep yanımdaydılar.. Hep sevgileriyle kuşattılar.. Sağ olsunlar..

Defne geldi sonra bu yıl... Minik yiğenim... Babasının yolladığı fotoğraflara bakıp, onu çok özledim. Onu özlemeyi bile çok sevdim...

Bazen küstüm. Küsebildim ilişkiyi sürdürürken içime atmak yerine... Çok sevdiğim için küstüğümü farkedip, geri döndüm...

Güzel dostlarım varmış sonra... Yılları devirdiklerim, anlara değer katan, telefonun ucunda bazen, bazen de beni yürekten dinleyerek yüreğime dokunan... N'olur bu yıl da hep olsunlar...

Blogum var hala sonra... Bazen açtığımda, beni izleyenlerin sayısını görüp, yazamiyorum diye utandığım... Ama herşeye rağmen kelimelerle kurulan güzel dostluklara şükrettiğim...
Kalanlara -gidenlere binlerce teşekkür ederim.

ve yılın sonu geldi işte...
Tüm bu ve daha yazılmayan bir sürü detay ile sonlandı bir yıl daha..

2009'un son günleri beni yordu. Sordurdu. Durdurdu.
ve bu gün bu yıla veda ediyorum...

2010 'un dürüst ve erdemli olmasını istiyorum. Dokunarak uyarsın, sarsmasın... Suprizleri de gelecekse, gerisinde hayatlarımızdan başka şeyleri alacak diye korkutmasın.

Bugün bir arkadaşım, bu yazıyı yazmama neden olan bir söz söyledi.
En iyi intikam, iyi bir yaşamdır...

O an'da bunu gelen yeni yıl ve açtığım bembeyaz sayfalar için kurguladı içim..

İntikam için elini kana bulamaya, söylenmeye, kötü kalpli olmaya gerek yoktur.
en iyi intikam, iyi bir yaşamdır.

Aynen bende öyle yapacağım...
2010'u çok güzel yaşayacağim..

Mutlu bir yıl olsun dilerim.





29 Aralık 2009

Sadece Seversiniz...


Çocukluğumdan beri oyun gibi yön hesabı yapıyorum...
İngiltere'de yaşadığım odanın yatağı nereye düşüyor mesala...
Harika tatiller geçirdiğim Kaş, şu an bulunduğum noktadan ne tarafta?
Ve şimdi sol tarafa dönüp, pencereden baktığımda aramızdaki kilometrelere rağmen karşımda oturuyorsun... Ben seni çalıştığın masada görebiliyordum o anda...

Kendimi alıcı gibi kullanıyorum. Bulunduğun yer neredeyse, o tarafa dönünce alıcılarım açılıyor... Sevgiyle ve mutlulukla doluyorum bir anda... Biliyorum ya o taraftasın!.. Biliyordum oradasın...

Biliyordum, yeterdi...


Bazen elinizi tutmuş, yanağınızı öpmüş birini hatırlamazsınız, ama bir sözüyle kalbinizde kapılar açan birini unutmak kolay olmaz. O kapı her açıldığında onu hatırlatır... Beraber sözcüklerle kat ettiğiniz yol, kendinize doğrudur ve en önemlisi herşeyden çok Gerçektir...

Beden alıcı gibi... O konuşmadan bilirsiniz ne diyeceğini, bakmasanız bile bilirsiniz gülümsediğini, kalpten kalbe sızar sevgi... Kimse konuşmaz, kimse bilmez ama siz bilirsiniz... Ve aslında o bilinmeze rağmen çok tanıdıktır hissettikleriniz ve hayatlarınıza dokunursunuz....

Birbirinizi iyi tanır olmanız için içki masasina oturmanız, kötü gününüzde yardımınıza koşmuş olması, iki tekerlek üzerinde yolculuğa çıkmanız gerekmez. Yol çoktan alınmıştır.... Kilometrelerle değil, kalbinize ulaşan kelimelerin arasındaki saniyelerle hesaplanabilir vardığınız mesafe...

Başka bir dünyadan, başka bir hayattan bilirsiniz birbirinizi... Şimdiki hayatınızda karşılaşmışsınızdır, Tanrı'nın size hediyesidir sanki...

"Elektrik tellerindeki asılı duran kırmızı topları farkettin mi?" diye sormuştum... O topun çocuklar oynarken ipe takıldığına dair bir hikaye anlatmıştı... Hep gülümsüyorum hatırladıkça...

Görüşürüz diye vedalaştığımızda, biliyordum artık görüşemeyeceğimizi... Bazen söylemeye gerek olmaz böyle şeyleri... Bilirsiniz... Bildim bende... Görüşeceğiz, ama "nerde ve ne zaman" olduğunu bilmiyorum dedi içim sessizce... Kızmadım. Kızamazdım... Mutluluk diledim sadece...

Seçemezsiniz seveceğiniz insanları, sadece seversiniz... Kalsa da, gitse de...

Son yıllarda çok sevmekten korkuyorum... İçimdeki pusulada boş kalıyor kalbimde düştükleri yön... Ya da kapıları açan sözler, sahiplerini özlüyor bazen... Sanırım özlemekle baş edemiyorum ben...

Yönümü sana doğru çevirdim şimdi, bir boşluğa sesleniyorum sadece...
Duymadığını bilsemde, yerini sana saklı tutuyorum
boşlukları sözlerimle dolduruyorum.....
ve sadece özlüyorum...


.

28 Aralık 2009

Tik tak Tik tak... 2010





Büyüdüğümü yaşlarımla anladığımda, zamanın hain bir şey olduğunu öğrenmiştim. Büyümek bir zaman sürerdi. O zamanda büyürdün büyüdüğünü öğrendiklerinle..

Emeklemek yürümek içindi..

Uyku büyümek için...

Çocukça oyunlar, gerçeğe hazırlıktı büyüyenler dünyasında...Ve her çocuk gibi büyüklerin algılarıyla anlaşılmaya çalışılırdı oyunlar... Saklanan bedenimdi, bulunmak isteyen ise yüreğim... Saklanırdım ama beni bulsunlar isterdim içimde tuttuğum afacan kahkahalarımla...

Oyuncak bebekler ayakta sallanarak uyumazlardı, ama bunu büyüyünce farkettim... Onlar uyku bilmezlerdi, çocukluğumuzu güzel geçirelim diye hep gözleri açık olurdu çünkü...



Büyümek, dünyaya ayak uydurmak için... Büyümek, büyüyen yaşıtlarınla bir olabilmek için.. Büyümek büyüyen dünyada büyük adamlar olmak için... Ve büyümek çocukça, saf algılayışından her şeyi daha etraflıca anlayabilmek adına...
.
Zamanlarla eşitti büyümek...
Yaşlarımla doğru orantılı...

Babam ilk saatimi aldığımda ilkokul bire gidiyordum.. Zaman kavramını anlamayan bir çocuk olarak, analog saati anlamamda hayli zor oldu. Hediyemi haketmem gerekirmişcesine, büyük masanın bir köşesine oturduk beraber... Akrep ve yelkovan hareket ediyor saat 1 oluyor.. Akrep ve yelkovan hareket ediyor saat 6’yı buçuk geçiyor oluyor.. Sonra 7’e çeyrek kala.. Sekizi beş geçe... Ben kocaman gözlerimi açarak dinliyor, anlamaya çalışıyor ama anlamıyordum.. Sandalye büyüyor ben küçülüyordum.. Neden öğrenmeliydim bunca şeyi, anlamadığımdan belki de.. Belki de akrep akrep gibi değildi. Yelkovan da neyin nesiydi bilmediğimden.. Belki kolumu ısırıp, eti kemik geçiyor demenin daha komik ve eğlenceli olduğunu düşündüğümden...

O ilk saatimi hala saklıyor olsam da, saatleri nasıl öğrendim bilmiyorum.... Hepimiz öğrendik saatleri bir şekilde... Hayatımızda öğrendiğimiz birçok şey gibi, düzene uymak için kurulmuş “zaman” kavramınında tam içindeyiz.. Ve şu anda akrep 2 de, yelkovan 20...

...Ve saatler zamanı, takvimler yılları gösterirmiş.. Saatler birikip 24 edince 1 gün edermiş.. Bunun 12 saatinde güneş olur, 12 saatinde gece... 12 saat 12 kez akrep ediyor.. Ve bir dolu yelkovan... Ve günlerde; bazen otuz, bazen 31 tane birikirmiş.. Bunlarda ay olurmuş 12 tane.. Hangisi otuz gün, hangisi bir fazla için ellerinizi yumruk yapmak gerekirmiş.. Hopp tepe, hoop çukur... Ocak 31, Şubat hırsız 28, Mart 31.... Öyle biriktirirlermiş günleri.... Sonra, Yaz- kış –sonbahar- ilkbahar varmış bir de.... Halbuki, okul tatil- kar yağıyor- denize girme zamanı- aslında bunlarmış mevsimlerin anlamı... Öyleymiş işte büyüyen, düzene girmesi gereken insanlar dünyasında zaman... Ve akrep yelkovan günleri, günler ayları, aylar mevsimleri ve yılları yaparmış... Yıllar geçermiş.. Zaman dönermiş... Biz büyürmüşüz..

Saati öğrenmeye zorlanıp, gözleri kocaman olan o çocuklar şimdi başka şeylere hayret edermiş gözleri kocaman yine... Mutlulukları bir başka, hüzünleri karmaşa....

Günleri biriktiren Aralık artık görevini bitirmeye yakınken, Zaman tam bir yıl olur, 365 gün devrildiğinde yeni bir yıl başlarmış... Yeni günler biriktirmelik.... Ve hep umut ederlermiş, sil baştan başlarcasına... Güzel şeyler... Sıfır kilometre hayaller... Akrebin yelkovanla ayrı güzellikte buluşacağı, haylaz Şubat’ın çaldığı 2 günün bile önemsiz kalacağı güzel zamanların hayalleriymiş bunlar... Her yeni gibi çocukça, saf ve naif hayaller işte... Çünkü onlar zamana yenik düşmüş büyük çocuklarmış aslında... Zaman hep aynı dönse de o hoş umudu taşıyacaklarmış minik ruhlu büyük çocuklar.. Ve böyle böyle büyüyeceklermiş aslında..

O masada oturup saat kavramıyla ilk tanıştığımda, bir de ismi bile olmayan bir şey varmış akrep ve yelkovan dışında ...

“Bu devamlı hareket edenin ismi ne Baba ? “

Hani ismi olmayan..Tik tak Tik tak Tik tak ...
Akrep ve yelkovandan çok, çocukken o ilgisini çekmiş en çok....


“bu dönüyor..Yine hareket etti.. Yine..Tik tak.”

Akrep bu kalın olan... tik tak tik tik tak...
Yelkovan daha ince olan çubuk.... tik tak tik tak...
Şimdi saat 6... tik tak tik tak...
Şimdi de 5’çeyrek var...tik tak tik tak...

Şimdi saat kaç peki sen söyle ....
“Saat?!? Aa Baba bak tik tak tik tak..”


Hayatı böldüğü zamanlarla değil, geçirdiği anlarla algılayan her çocuk gibi çok güzel anlar diliyorum hepinize... Hayat gerçekten o anlardaki mutluluklarda saklı... Umut dolu, dilediğiniz herşeyin içinde olduğu.... Uzun ve farkedilmeden gitmemiş güzel anlar diliyorum... Emeklemeyi, yürümeyi ve hatta koşmayı öğrendiğimiz gibi, durmayı ve farkında olmayı da öğreneceğimiz anlar diliyorum...


Bazen bende unutsamda yaşadığım anların kıymetini, hemen o tiktakları duyuyorum içimde... Gün içinde saatlerle yarışsakta, yıllarla yaşımıza bir artı eklesekte, umutla gelecek yeni yılı beklesek te hepsi yaşadığımız güzel anlardan ibaret aslında...

Saatler geçiyor, yıllara göre büyüyorum... Az uyuyorum sonra... Uyku sadece bir çocuğun büyümesi için gerekli... Ben ise az uyuyarak çocukluğumu uzatıyorum yine bu gece ...

Saat mi..?
Saat ;

eti kemik geçiyor şu anda....





..
Bu yazı, Genç Gelişim Dergisi Ocak 2008 sayısında yayınlanmıştır.