30 Ekim 2010

AŞK yeter !


Yazamıyorsan bir sebebi vardır... Sakın kelimeler küstü sanma sana... Dura'kalıyorsa cümle orta yerinde... Tamam o zaman yazma sende... !


Burada olmanın bir sebebi vardır. Şimdi - şu anda... Sorma veya yargılama, sadece yaşa...

Çevrendeki güzel insanların yanında oluşlarının bir nedeni vardır mutlaka... Bol bol söylediğin 'iyi kilerin' arasında saklıdır o güzel neden aslında.... Bilirler, bilirsin... Sözsüzdür gerçek nedenler....

Gözyaşlarının da nedeni vardır. Ne kadar ağlarsan o kadar temizlersin kendini ve insan olursun daha fazla... Utanma, saklama.... Ağlayabildiğin için çok şanslısın aslında...

Kaybolmanın bir nedeni vardır. Yollar seni bambaşka bir yere çıkarır, aslında orda olman gerektiğini ve orayı sadece kaybolarak bulabileceğini anlarsın zamanla...

Çok özlemenin bir nedeni vardır. Katmerlenerek kabarır içindeki sevgi... Özlemeyi sevmeyi öğrenirsin sonra...

Kulak ağrılarının, ondan dolaylı baş dönmelerinin bir nedeni vardır mutlaka... Yer ayaklarının altından kayarsa, sende ayakların yerine olmadı(!) başının üstünde durabilirsin sonuçta... Yapamıyorum, başım dönüyor dediğin o yoga duruşuna girersin korkusuzca... O zaman öğrenirsin kulaklarındaki sorun döndürmez yeri, ayaklarındır hızla iteleyerek döndüren evreni...

Bu koşturmacanın içinde olmanın bir nedeni vardır. Koştuğun/Koşmadığın için belki de hız almıyor sanabilirsin kendini... Varmak diye birşey yoktu ya, hız neden olsun bu durumda?

Kafanda sorular olmasının bir nedeni vardır. Soru varsa, cevapta vardır ve elbet açılacaktır yolları yakında... Belki güzel uyandığın bir günün sabahında, belki cevap hayata baktığın başka bir açıda, belki de alacaksın cevabı öylesine bir an’da...

Yine öğrenci olmanın bir nedeni vardır. Biter mi hiç bilgi... Kim bu hayattan gerçekten herşeyi öğrenip gitti ki?

Beklemenin bir nedeni vardır. Kıvransan da, zamanı ileri almak, başkalarının aklına girip düşüncelerini öğrenmek istesende boşuna... Beklemediğin zaman varmış olacaksın –olacak olana...

Mesajların bir nedeni vardır. Bazen bir konuşmanın içinde, bazen aslında sana direkt söylenmemiş bir sözde, bazen bir blogun cümlelerinde,... Sanki sadece sana yazılmış gibi, merhem olur sızlayan köşene...

Bitmelerin nedeni vardır. Sadece görevdir biten... Biribirimize bağlı olduğumuz bu yaşamda, veda da yoktur aslında...

Kötü şeylerin bir nedeni vardır... Aslında, görülmeye layık bir 'iyi' saklanır onunda ucunda, bucağında...

Yağmurun nedeni vardır... Güneşin de nedeni vardır elbet...

----


Susmamın bir nedeni vardır. İçimdeki ben, duyurur kendini bana... Herkes konuşur, o söyler en ben olanı, bana... Susar, dinlerim, gülümsemem karışır mutluluktan akan gözyaşlarıma, o anda ellerim kavuşur kalbimin tam ortasına....

İçin için aşkla yanmamın bir nedeni vardır.... Dolar, büyür, çoşar, sarsalar, sarar, yorar, yakar, büyütür, azaltır bazen... ama Aşktır. Vardır,... Herşeyi kabul edersin, seni yaksa da –çoğaltsa da... şükredersin sonuçta..

Herşeyin bir nedeni var. O bilir. Biz bilemeyiz.
Bende bıraktım kendimi, sözcüklerimi, nedenlerin içindekileri.....
.
.
.

Yazamamın nedeni var...
ve sözcüklerin yetersizliğinde

şu kadarcık yazabilmiş olmam da nedenli........ (?)

.

She left Home ( Jane Birkin) -instrumental

Şarkıyı indirmek için TIK!

06 Ekim 2010

Tam bir BİR, “daha çoktan” değerlidir.



Bir Ekim sabahına uyandım. Her sabah üşüyerek uyanmaya başlamıştım. Uyanınca önce rüyanın hatrına yatakta bir süre hiç birşey yapmadan oturuyor, uyku ve uyanıklık arasındaki evremi pencereden dışarıdaki ormana bakarak geçiriyordum. Yeniden öğrenmişcesine ayağa kalkıyor, dengemi kontrol edip, ayaklarıma bakıyor, adımlayarak, yürümeyi unutmadığımın farkına varıyordum. Banyoya vardığımda aynada kendimle karşılaşıyordum tekrar... Suya dokunuyordu ellerim, temizliyordum uykunun izlerini severek suyla kendimi... Buzdolabını açtığımda, kendime supriz yapacakmış gibi kahvaltı hazırlıyordum her gün... Kahvaltı bittikten sonra, kahvemi alıp balkona çıkıyordum, benden- dışarıdan içime bakmaya...

Dışarıda hayat başlamıştı. Okul servisleri, sabahın topuklu kadınları, park yerinden çıkan arabalar ve ses birbirine karişiyordu. Güneş tam doğmamıştı ama uyanmıştı İstanbul yine... Gün içinde koşmaya başlayacaktı. Sağa sola akacak, varacak, yürüyecek, soluklanacak, konuşacak, yazacak, okuyacak, alacak, verecek, cevap verecek, yiyecek, içecek, duracak, çoğalacak, azalacak sonra yine sessizce çekilecekti geceye... Hız tüketecekti günü yine... Yetişmek, halletmek, öğrenmek, öğretmek, ödemek, kazanmak, anlatmak, ulaşmak üzerine hızlanacaktı herşey kendi devinimin içinde ve sonlanmadan bir diğerine eklenecekti. Daha çok, daha fazla, daha cesur, daha dayanıklı, daha bilgili- daha bilen, daha dayanıklı, daha yetkin ve daha hızlı olmaya zorlayacaktı belki gün yine... Her gün tekrarlanacaktı bu eylem... Üst üste fazlalaşacaktı sanki herşey... Bir gün sonra, dünün yeterliliği yetmez olacaktı.

İçleri boş kalacaktı çoğunun... Olması gerektiği gibi olacaktı sadece... Mesela yürürken gökyüzüne bakılmayacaktı. Öğrenilen, öğrenilmesi gerektiği için bilinecekti. Yenilen, sadece karnın doyması için olacaktı. Konuşulan, konuşmuş olmak için.... Yere basarken toprağa hissetmeyecekti çoğu insan... ve yüz yüze gelindiğinde göz-göze bakılacak, görünmeyecekti perdenin arkasinda görünmek istenen...

Bilgi bilinecek, yemek yenilecek, yol yürünecek, saatler böyle geçecekti. Ezbere, daha iyiye ezberlenen başka bir güne eklenecekti. Gün geçecek, ay geçecek, mevsim değişecek daha nefessiz, daha stresli, daha huzursuz ve daha doyumsuz olacaktık belki de... Sonunda minik bir mola- tatil ihtiyacı duyduğumuzu söylesekte, en kötüsü tatilsiz değil, hayalsiz kaldığımızı itiraf edemeyecektik kendimize.... Tatili de tekrar hız kazanmak adına güç depolamak diye değerlendirip, döner dönmez koşmaya kaldığımız yerden devam edip, yorulacaktık fazlasıyla...

Daha çok tüketiyoruz, neye sahibiz. Daha çok okuyoruz, ne biliyoruz. Daha fazla öğreniyoruz, neyi uyguluyoruz. Daha çok çalışıyoruz, ne kazanıyoruz. Daha çok konuşuyoruz, ne diyoruz. Sadece hızın içinde hız kazandiğimizi sanıyoruz... Yanılsıyoruz..

Aşkın içinde aşksız bırakıyoruz kendimizi... onu da hızlandırıyoruz. Almadan- vermiyoruz. Veriyor karşılığını istiyoruz. Sadakat istiyoruz, şefkat bekliyoruz, kendimizi bile doğru düzgün sevmeden bizi başkası sevsin istiyor, sahip olmaktan öteye gidip özgürleştiremiyoruz sevgiyi... "Çok sevdik diyoruz "sonra, "sevgimin değerini bilmedi"... :)

Bunların hepsini biliyoruz aslında... Gökyüzünü görmeyen de, yere basarken toprağı hissetmeyen de, koşarak varmaya çalışan da, nefes alıp nefessizim diyen de, bunu yazan da biliyor aslında tüm bu gerçekleri...

Daha çok- daha çoğu, daha hızlı -çok daha da hızlıyı ister. Biz kendi sınırlarımız ölçüsünde ya her gün daha da çok koşup, her gün daha hızlanarak varacağız bitiş çizgisine ve sonunda daha da hızlanacakken öğreneceğiz nasıl duracağımızı belki de...


Dünyanın tüm maddi kaynaklarına sahip olduğunuzu düşünün bugün,... Başarmak istediğiniz şeyin sizin olduğunu hissedin,... Çok genç, sağlıklı ve güzel olduğunuzu aynada görün bugün, içinizdeki gücü ve bilgeyi bilin, ona gülümseyin,... Bir yemeği yerken, onu yaratanın, hazırlayanın enerjisini de tadın damaklarınızda... Yürüyebildiğiniz için şükredin... Ellerinize bakın, onlarla neler yaratabileceğinizi düşünün, deneyin... Dünyanın tüm güzelliklerini görebileceğinizi bilin, kapatın gözlerinizi sadece... Gökyüzünü dinleyin... Toprağı hissedin... Görün, bakmaktan öteye... Durun ve kendinizi çok sevin, o’nun sizi çok sevdiğini hissedin öncelikle...

Güzel söz söyleyelim, konuşmuş olmaktan daha çok... Güzel bakalım, bakmış olmaktan daha çok... anlayalım, “bende” diye söze başlamaktan daha çok... Yaratalım, fazla yapmış olmaktan daha çok... Bir şeyi iyi bilip- uygular olalım, çok şey bilen olmaktan daha çok...


Tam bir BİR, “daha çoktan” değerlidir.
Sadece duruyor olmak, hızlanmaktan daha zordur.

.
Kendini sevmek, hatırlamaktır..
Ancak o zaman BİR, fazlasıyla çoğalır...

.

.
Brajeshwari.dd / 4.10.2010
.
.
Balkondan bakarken bu şarkı çalıyordu.

Dedektivbryan - E 18


indirmek için tık!